Prof. Dr. Kemal Kocabaş BERLİN’DE ÜÇ GÜN
Yücel’in Çiçekleri belgesel filmin gösterimi YKKED şubeleri, diğer demokratik kitle örgütleri ve yerel yönetimler tarafından bütün yurtta ilgiyle sürüyor. Filmin yurt dışı gösterimi için de yoğun bir talep yaşanıyor. 16 Mart 2019 günü filmin “Berlin Galası” için film ekibindeki arkadaşlarla Berlin’e uçtuk.
Berlin, 1200’lü yıllarda kurulmuş bir kent. Nüfusu 3 milyon ve kentte yaklaşık 300 bin Türk vatandaşı yaşıyor. Bu anlamda yurttaşlarımızın yoğun yaşadığı bir başkent. İlk gün, hava kapalı ve yağmurluydu. Bizi karşılayan sevgili Murat Tosun aracılığıyla önce otel ve sonrası bir kent turundaydık. Kente damgasını vuran bir tarihsel doku hemen göze çarpıyordu ve ilk durağımız yıkılan “Berlin Duvarı” çevresiydi. Duvarın bir bölümü gelecek kuşaklara tarihsel bir miras olarak bırakılmış ve duvarın öyküsü duvarın kenarındaki tabelalara aktarılmıştı. Değişik Avrupa ülkelerinden gelen yoğun turist grupları rehber eşliğinde duvar ve çevresine yönelik bilgilenme içindeydiler.
Akşam yemeği için film ekibindeki üç arkadaş Türklerin yoğun yaşadığı mahalledeydik. Her tarafta Türkçe tabelalar göze çarpıyordu. Sonunda Türkiye’dekiocakbaşı türünden bir restorandaydık. Sahibi Muş doğumlu, hayatı başarmış, ayakları üzerinde büyük bir özgüvenle duran bir kadındı. Olağanüstü bir sıcak ilgiyle karşılanarak Berlin’de Türk mutfağının özgün tatlarıyla daha modernize bir yemek sunumuyla karşılaştık. Yemek yerken komşuluklarımıza gelen Türk yurttaşlarımız ülkeden yeni geldiğimizi anlayarak koyu bir Türkiye sohbeti başladı, onların konuşmalarında Türkiye özlemi hemen göze çarpıyordu. Konuştuğumuz dostlar Berlin’deki üçüncü kuşaktı ve genelde orada rutin yaşamlarını kurmuş, büyük oranda sorunlarını aşmış insanlardı. Berlinli dostlarımız yemek sonrası bizleri müzik dinlemeye davet ettiler. Müzik dinlemek için gittiğimiz salonda içeri girdiğimizde kendimizi adeta Türkiye’de hissettik. Berlin’e yerleşen bir Türk müzisyen arkadaş gitarıylatüm Anadolu ezgilerini çalıyordu. Kadınlı, erkekli herkes özgürce oynuyor, dans ediyor, türkü söylüyordu. Berlin’de bir salonda karşımıza çıkan Anadolu topraklarının ürettiği umudun ve hayatın tınıları canlı, dinamik bir Türk topluluğunun varlığını işaret ediyordu.
17 Mart 2019 Pazar günü sabahı hava açıktı. Kahvaltı sonrası Berlin sokaklarında kenti anlamaya çabalıyorduk. İlk göze çarpan, her yerde tiyatro salonlarının olması, her caddede müzik yapan sanatçıların varlığı, heykeller, müzeler ve çok sayıda operanın varlığı. Bu anlamda sanatın ve kültürün bir yaşam biçimine dönüştüğü bir kent vardı karşımızda. 2. Dünya Savaşının izleri her tarafta göze çarpıyordu. Yıkık Kilise ve bazı binaların duvarlarındaki kurşun izleri özellikle korunmuştu. Birden bir kalabalık ve herkesin fotoğraf çektiği bir heykelle karşılaşıyoruz. Karl Marx ve Engels’in heykeli bir parkın içinde tüm heybetiyle karşımızdaydı. Biraz daha geziniyoruz Bergama müzesi karşımıza çıkıyor. Gezinin sonuna doğru olağanüstü bir tasarım ile “Soykırım Anıtı”karşımızdaydı.
Pazar günü saat 15.15’te filmin galası için bir sinema salonundaydık. Salonda yaklaşık 150 kişi vardı. Film öncesi salonda Pulur Köy Enstitülü bir emekli Mehmet Öğretmen vardı. Sahneye çıkarak enstitülerin önemini ifade eden kısa bir konuşma yaptı. Berlin’de bu etkinliğin yapılmasından duyduğu mutluluğu ifade etti. Film öncesi Yeşiller Partisi önceki dönem milletvekili ve eğitim uzmanı Özcan Mutlu ve ben konuşmacıydım. Konuşmamda filmin Türkiye’de yarattığı algıyı, Yücel’in, Tonguç’un ve Köy Enstitülerinin neyi başardığını, günümüze armağan ettikleri değerleri anlatmaya çabaladım. Sevgili Özcan Mutlu arkadaş da Finlandiya’nın PISA’ya yansıyan eğitim başarısı ve Köy Enstitüleri karşılaştırması yaptı. Birkaç izleyici Türkiye’den umutlu musunuz? Şeklinde soruları oldu. Ulusal Kurtuluş Savaşını başaran, Mustafa Kemal’le Cumhuriyeti kuran, Köy Enstitülerini Anadolu topraklarında üreten, Nazım’ın, Yaşar Kemal’in memleketinde her daim umudun olduğunuve ülkenin aydınlık geleceğine duyduğum inancı ifade etmeye çabaladım. Söyleşi sonrası filmin gösterimine geçildi. İzleyiciler büyük bir dikkatle filmi izlediler ve sonunda yoğunlaşan alkışlar vardı. Filim sonrası kulisteki sarılmalar, kısa sorular ve gazeteci arkadaşımız Özlem Çoşkun ile “Köy Enstitüleri ve Toplumsal Cinsiyet” başlıklı söyleşimiz gerçekleşti.
Film ve söyleşi sonrası yemek saatine kadar iki saatlik bir boşluk vardı ve Berlin sokaklarındaydık. Tüm haşmetiyle ve ışıklandırılmasıyla Bach’ın adına konçerto yazdığı 1791 yılında açılan “Brandenburg Kapısı” önündeydik. Almanya Doğu ve Batı diye bölündüğünde her iki taraf da kapıyı kullanmaz. Almanya’da duvarlar yıkılıp yeniden birleşme olduktan sonra 22 Aralık 1989‘da kapı halkın ziyaretine açılır ve kapı birleşmeyi sembolize eder.
Pazar akşamı Erzurumlu bir arkadaşımız işlettiği İtalyan restoranında Yeşiller Partisi eski milletvekili Özcan Mutlu’nun konuğuyduk. Yemekte Berlin’deki medya çalışanı arkadaşlarımız ve sanatçı dostlarımız vardı. Türkiye’deki seçimler, demokrasi, hukuk devleti, Almanya’da yükselen göçmen karşıtı ırkçılık ve Almanya’daki Türkler en çok konuştuğumuz konulardı. Yemekte yapılan konuşmalardan görüyoruz ki Almanya’nın 2. Dünya Savaşı Nazilerin yarattığı çılgınlık ve ardından gelen yenilgiden sonra kısa sürede nasıl toparlandığını Almanya’nın kültürel, insani zenginliği ve aydınlanma düşüncesinin varlığında görmek olanaklı. Karl Marx, Goethe, Hegel, Nietzsche, MaxWeber gibi düşünürlerin ve Beethoven, Bach, Mozart, Mendelson,Wagner gibi sanatçıların olduğu bir toplumun yarattığı düşünsel, kültürel zenginlik ve akıl toplumun yeniden ayağa kalkmasının temel dinamiği olarak karşımıza çıkıyor.
Pazartesi öğleyin Berlin havaalanından Türk Hava Yolları ile yurda dönüyoruz. Dokuz bin metre aşağıda Tuna Nehri adeta bizi izliyordu. Ucakta önümüzdeki ekrandan Nazilerin yarattığı barbarlık iklimine karşı yapılmış savaş karşıtı “Alonein Berlin” adlı 2016 yapımı bir film izleyerek ve faşizmi lanetleyerek yurda döndük. Yücel’in Çiçekleri film galası için yarattığımız üç günlük Berlin gezisi olağanüstü güzelliklerle geçti. Yeni insanlar ve dostlar, Berlin’in tarihsel hikayesi ve buradaki yurttaşlarımızın ruh halini yakından izleme ve anlama olanağını bulduk. Yücel’in Çiçekleri filmi yönetmeni arkadaşım, kardeşim Sevgili Cengiz Özkarabekir’e, Berlin’de bizi karşılayan ve her tür ricamızı kırmayarak rehberlik yapan Murat Tosun kardeşime, sevgili Özcan Mutlu’ya, Anadolu ezgilerini Berlin’de haykırarak söylemeye devam eden arkadaş ve dostlarımıza ve yol arkadaşlarım film ekibinden sevgili Faik ve Kutay’a sevgi ve dostluklarımı iletiyorum.