YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR
KIYMETLİ YAZARLARIMIZ CEVAPLIYOR
www.hakanbirol.com
Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta “Buldan’ın Geleneksel Ritüelleri” kitabıyla tanıdığımız “Emine Baykara” var.
Merhabalar Emine Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Merhaba Hakan Bey, röportaj teklifiniz için asıl ben teşekkür ederim. İlköğretim hayatım Denizli’de, lisans dönemim de Eskişehir’de geçti. Eğitim hayatım boyunca çok kaliteli, yön gösteren, idealist öğretmenlerim oldu. Biraz da onları örnek alarak edebiyat öğretmeni olmak istediğime karar verdim. Üniversitede bölüm öğretmenlerim hem derslerimize giriyor hem de tiyatro eğitimi veriyorlardı. O zamanlar ben de bunu yapabileceğimi düşündüm. İlkokulda sınıf öğretmenimiz Erdoğan Çiftçi böyle konularda bizi desteklerdi. Şimdi aynısı neden olmasın, diye düşündüm. Erdoğan öğretmenim öğrencilerine okuma alışkanlığı kazandırmaya çalışırdı. Sürekli kitap okur, etkinlikler çıkarmaya çalışırdık. Hayatımın her döneminde sürekli kitap okuyup bir şekilde tiyatronun içinde olmaya çalıştım. Öğretmenlik yaparken de bazen oyuncu oldum bazen yönetmen. Sanat dallarının birbiriyle ilişkisi göz ardı edilemez. Benim için kitap okumak, bir tiyatro oyunu çıkarmak; yemek yemek gibi, şu içmek gibidir. Kısacası “Sanatsız kalmış bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” ilkesiyle eğitim ve sanatı buluşturmaya çalışan bir eğitimciyim.
“Buldan’ın Geleneksel Ritüelleri” kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?
Eserde Buldan’ın sosyo-ekonomik yapısı, geleneksel ritülleri geniş kapsamlı şekilde ele alındı. Bu kitapta başta Buldanlılar olmak üzere bu şehirle ilgilenen fakat geleneksel ritüeller bakımından geniş bilgiye sahip olmayanlar da faydalanabilir. Kitapta Buldan’la ilgili bir yemek tarifini görebileceğiniz gibi, Orta Asya’dan beri devam ettirilen bir inanışı, bir kelimenin etimolojik sürecini de görebilirsiniz. Çin tarihinde var olan çember şeklindeki yin ve yang, Orta Asya Türk tarihinde üçgen şeklinde kendini göstermiştir. Mavi rengin kutsal kabul edildiği Türk tarihinde, bu tarz inançla ilgili kavramlar kompozisyon haline getirilmiştir. Yöre halkıyla röportaj yaptığım sırada el tezgahlarının yanında üçgen şeklinde, mavi renkte, içinde üç kahve çekirdeği olan (Türklerde uğurlu rakamlardan biri) el dikimi bez görmüştüm. Yöre halkı Orta Asya geleneklerini yüzyıllar boyu devam ettirmişti. Ben de elimden geldiğince bu tarz, yok olmaya yüz tutmuş inanç ve gelenekleri kitapta aktarmaya çalıştım.
“Buldan’ın Geleneksel Ritüelleri” kitabınızı yazma düşüncesi nasıl ortaya çıktı?
Başlangıçta sadece tez çalışması olarak incelemeye başladığım “Buldan İlçesi Halk Kültürü” iki yıllık araştırmaların ardından kapsamlı bir çalışma haline geldi. Buldan’ın sosyo-ekonomik yapısı hakkında bilgi edinmek için birçok kaynak taramasında bulunmak gerektiğini fark ettim. Genelde Buldan hakkında yapılan araştırmalar Buldan’ın ekonomik yapısıyla ilgiliydi. Geleneksel ritüeller açısından derin bir kaynak bulunmamaktaydı. Çalışmamda Buldan’ın geleneksel ritüellerini bir arada vermeye çalıştım. Geleneklerimizin kaybolmaması için daha kapsamlı, uzun vadeli saha araştırmalarında bulundum. Yeni bilgiler edindikçe eski Türk geleneklerinin günümüzde de yaşatıldığına dair bulgular ortaya koydum. Kaybolmaya yüz tutan geleneklerimizi yazıya dökerek yeni nesillere aktarmak benim için büyük zevkti. Çalışma sırasında Buldan halkının yardımseverliği beni çok etkiledi. Bir tez çalışması olarak başladığım araştırma, dört yılın sonunda geniş kapsamlı araştırma kitabına dönüştü. Denizli Büyükşehir Belediyesi de bu alanda ilk defa böyle kapsamlı bir çalışma yapıldığı için kitabın basımına önayak oldu. Kendilerine bu konuda teşekkürlerimi borç bilirim.
Yazmanın sizdeki tarifi nedir? Bize bunu biraz anlatır mısınız?
Yazmak, hayattaki en büyük tutkularımdan biridir. Nasıl sevindiğimizde duygularımız yüzümüze tebessüm olarak yansır, öfkelendiğimizde sözcüklerimiz değişir; benim için de yazmak duyguların, düşüncelerin dışavurumudur. İlkokuldan beri okuduğum kitaplardaki cümlelere hayranlıkla bakar, ileride yazar olduğumu hayal ederdim. Kalıcılık nasıl sağlanır, miras nasıl aktarılır, insanlar nasıl hatırlanır?.. Bu tarz sorular her zaman kafamı kurcalardı. Bunun da yazmakla olabileceğini fark ettiğimde elimde kalem sürekli bir şeyler yazmaya başladım. Bazen bir deneme bazen bir şiir bazen bir tiyatro metni… Yazdıkça satırlara sığamadığımı, daha çok yazmak istediğimi gördüm. Yazarken kendimi özgür hissediyor, topluma faydalı ürünler ortaya çıkarmanın hazzını yaşıyordum. Kitabım da tüm bu düşünce ve duyguların ürünü olarak ortaya çıktı.
En çok hangi tür kitapları okuyorsunuz ve hangi yazarları takip ediyorsunuz?
Araştırma kitaplarını, polisiye romanları ve psikolojik romanları okumayı seviyorum. Bunun dışında klasik romanlar diyebileceğimiz kitaplar da hep elimin altındadır. Mina Urgan, Ahmet Ümit, Zülfü Livaneli, Aziz Nesin en sevdiğim yerli yazarlar arasındadır. Yabancı yazarlardan da George Orwell, Madeline Miller, Yuval Noah Harari, okumayı sevdiğim yazarlardır. Tolstoy, Dostoyevski, Stefan Zweig gibi yazarları da unutmamak lazım.
“Dijitalleşmenin “edebiyata” etkisi nedir? İyi ve kötü yanlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?”
Dijitalleşme olumlu ve olumsuz olarak iki yönlü ilerlemektedir. Asıl olay sizin duruma nasıl müdahale ettiğinizdir. Elektronik kitap uygulaması cep telefonumda bulunuyor. Çok aktif de kullanıyorum. Bu sayede istediğim an, istediğim yerde ya kitap okuyabiliyorum ya da dinleyebiliyorum. Trafikte, deniz kenarında, gürültülü bir ortamda kulaklığımı takarak… Özellikle İstanbul trafiğinde benim için dijital kitap uygulamaları bulunmaz nimetti. Yalnız whattpad gibi popüler kültür etkisiyle yazılmış dijital kitapların; yüzeysel olması, kişisel gelişime katkısı olmaması, sabun köpüğü gibi çabucak unutulacak eserlerin artması, gençlerin daha çok bunlara yönelmesi kaliteli yazar ve okur oranını düşürmüştür.
Yazmak başlı başına cesaret isteyen bir iştir. Yazmak isteyen ama nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için önerileriniz var mı?
En kötü yazı bile hiç yazmamaktan iyidir çünkü yazdıkça hayata bakış açınızın değiştiğini fark edeceksiniz. Daha realist, dünya olaylarına daha duyarlı, daha yararlı bireylere dönüşürüz. Bu, bizim kontrolümüz dışında gelişen bir durumdur. Büyümek gibi, olgunlaşmak gibi… Yazılarınızı illa bir esere dönüşmesi için başlamanıza gerek yok. Siz yazdıkça kelimeler olması gerektiği gibi akacak kaleminizden. Bir süre sonra siz bile yazdığınız cümlelerin güzelliğine inanamayacaksınız. O yüzden lütfen ne şekilde olursa olsun aklınıza ne gelirse sözcüklere dökmeye çalışın.
Ülkemizdeki okuma oranları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Gözlemleriniz doğrultusunda genç nesle bakış açınızı özetleyebilir misiniz?
Sürekli kitap okunan bir evde büyümeniz gerekmiyor. Bu kültürü hayatınıza siz de katabilirsiniz. Günümüz gençleri okuma kültüründen biraz uzaklaşmış durumdalar. Sosyal medya daha cazip ve renkli geliyor kendilerine. Eğitimci olduğum için gençleri iyi gözlemleyebiliyorum. Okuma oranı düştükçe kendini ifade edemeyen, empati yeteneği zayıf, hayata sorgulayıcı şekilde bakamayan, tüketim odaklı bireyler artıyor. Bunu değiştirmek bizim elimizde. Kitap okuma alışkanlığınız yoksa illa klasik romanlar okumak zorunda değilsiniz. Sevdiğiniz tarzda bir kitap alın azar azar okumaya çalışın. Ülkemizin araştıran, okuyan siz sevgili gençlere ihtiyacı var.
Değerli Emine Hanım, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…