KAHVEDE, PARKTA, OTOBÜSTE
İlçenin ortasında park var. Parkın altı ise otopark imiş. Ben yalnızca girişini görüyorum. İçine hiç girmişliğim yok. İlçe merkezi olduğu için çoğu kişinin uğrak yeri. Ben de zaman zaman oraya takılıyorum. Eski arkadaşlara denk gelip söyleşilerde bulunuyoruz.
Bazı kereler ise, nasıl hareket edeceğime karar veremeyerek, parka takıldığım da oluyor. O ara, çoğumuzun da yaptığı gibi akıllı telefona bakmadan edemiyoruz. O iletişim ağlarındaki yeni yeni bilgilendirmelere bakmadan da olmuyor.
Birisinde öylesi bir haldeyim. Boş, gölge bir bankı gözüme kestirip oturuyorum. Az sonra da yanıma yaşlı birisi gelip oturuyor. Ben onu görmezden gelmeyerek selam veriyorum. Sonrasında yine telefonuma bakıyorum. Yaşlı kişiye, söz olsun diye, soruyorum; emekli miyiz, diyorum. O da emekliyim, diyor. Sıkıntı var mı? Gidişattan hoşnut musunuz, diyecek oluyorum. O da öylesi bir soru yöneltilmesini bekliyormuş gibi bir halle yanıtlıyor. Nasıl hoşnut olalım, diyor. Ben de işte o ara topa giriyorum. Siz bu hükümete oy vermediniz mi? O kişi de saklamıyor. Verdik, diyor. Ben de sonuçlarına katlanın o zaman, diyorum. O da hükümetin ikinci büyük ortağının ettiği, emeklilere zam yapılması gerektiği, sözünü dillendiriveriyor. Ben, o da bu işin içinde değil mi, diyorum. Sözün arkasını getirmeye gerek kalmıyor. Kem küm etmesini beklemeden kalkıyorum. İşim var çünkü.
Otobüsteyiz. Yanımda aynı kurumdan emekli bir arkadaş var. Aramızda söyleşiyoruz. Karşımızda genç biri, yakınıyor. İzmir Kınık’ta madende çalışıyormuş. İşçilerin çok büyük sıkıntıları varmış. Sorunlarınızı karşıt kesim ileri gelenlerine iletmiyor musunuz, diyorum. Yok, yönetimin milletvekiline konuyu açmışlar. O da yakınanları yerlerinden ettirmiş. İşyeri denetimi yapılacak olduğunda, daha dört gün öncesinden, haberi ilgililer alıp geçiştirmeye bakıyorlarmış. Ücretleri zamanında ödenmiyormuş. Bildik yakınmalar. Ne var ki karşıt kesime yakınmalar götürüleceği yerde, kendilerinin anasını ağlatanlara götürmekteymişler. Yerli işçiler o konuda daha baskın konumda oluyorlarmış. Onlar da göbeklerinden, yönetici kesime bağlıymışlar.
Ben de eski bir sendikacı ve gidişatı sürekli izleyen birisi olarak, doğru yönde hareket etmediklerini söylüyorum. İşçiyle otobüsten ineceği yere kadar söyleşiyoruz. Yanımdaki emekli meslektaşım da konuya ilişkin olumsuz örnekler veriyor. Yönetenlerin haksızlıklarından dem vuruyor.
Kahvede de benzer konuşmalarımız oluyor. Merkezî yönetimin uyguladığı yöntemden yakınmalar sürüp gidiyor. Tutum ve davranışlardan diz boyunu geçen yakınma listelemesi yapılıp gidiliyor.
Oysa sandığın belirleyiciliğine sözü getiren de pek çıkmıyor. Kötü kötü saydırmaya gelince erişilmedik gök katmanı bırakılmıyor. Artık ne işe yaryorsa!
Çözüm konusunda belirleyici olanın sandık olduğunu anımsattığımda ise o konuda çok da gizlileri saklıları yok. Azıcık o boyut kurcalandığında dilleri çözülüveriyor. Sandığa gitme konusunda bildiklerini okuduklarını da gizlemiyorlar.
Değişmelerini beklemek, tekeden süt çıkartmak kadar da umutsuzluk içerdiği çoğumuzun ortak kanısı olsa gerek. İleri yaş kuşağı kişiler, tutucu davranmakta kararlı görünüyorlar. En azından, bizim buraki tablo böyle.
Gördüklerime, duyduklarıma, tanık olduklarıma hiç de şaşmış değilim.
Yasama, yürütmeye, karşıt olan kesimin işi kolay görünmüyor. Seçmen yığınları, gerek ilişki olarak, gerekse çıkar boyutunda bir biçimde bağlanmış. Cumhuriyet Tarihimizde hiç görülmediği oranda bağlanılmış o tutumdan sökülüp yeni bir boyuta evrilmeyi sağlamak çok daha emek ve çalışma gerektirdiği kanısındayım.
O tür çalışmalar için, gündüzlerin yetmeyeceği, gecelerden de yararlanılması gerektiği çok açık.
Ben, Atatürk, diye diye, marşlar söyleye söyleye, bu değişim ve dönüşümün sağlanamayacağını düşünenlerdenim.
Somuta indirgenmiş açılımlarla yola çıkılmasından yanayım. Aynı, benzer sözleri söyleye gelmekle, yine benzer sonuçların alınacağı gün gibi ortadadır.
Herkese iyi haftalar …