ADRİYATİK KIYILARINDAN
Rainer Maria Rilke, özgün izleyicilerinin hayranlığında yaşayan bir sanatçı.
Seyahat etmeyi, kendi iç dünyasını ve dünyaya bakışını geliştirebilmek için kullanan Rilke’nin, “ görmeyi öğrenmek “ olarak adlandırdığı dış dünyaya bakış ilkesi, “ Hiçbir şey tam değildi / ben görmeden önce “ mısralarında ete kemiğe bürünür…
Sürekli gezme alışkanlığından mıdır, bilemem eserlerini hep ayakta yazmış olan Rilke’yi bana sevdiren yaşama bakışı; kapitalizmin arsızca ve insafsızca gelişerek hayatı mekanik ve cansız hale getiren yükselişine, bunalımlara, duygulardan yoksun modern çağa, insanların birbirlerine ve kendilerine yabancılaştırıp yalnızlığa iten ruhsuz eğilimlere gösterdiği tepkidir…
Yüz yıl önce başlayan insanî yalıtımı görerek, “ saatlerdir kendi içimde yürüyorum, henüz kimseye rastlamadım “ diyebilen Rilke’yi, bunca yaklaşmışken anımsayıp, “ ses etsem duyar mısın beni melekler katından? “ mısraıyla başlayan ünlü Duino Ağıtlarını yazdığı, İtalya’nın Adriyatik kıyılarındaki Duino Şatosuna uğramamak bağışlanması zor bir günah olurdu benim için…
Bugün ( 18092024 ) Fethiye Gazetesi’ndeki köşemde kısaca bu geziyi, Rilke’yi ve Duino’yu yazdım…
Benim gibi, “ görmeyi öğrenme “ çabasındaki tüm okurlarıma dostlarıma saygıyla…
***
ADRİYATİK KIYILARINDAN; DUİNO
TRİESTE / İTALYA / Trendeyim. Venedik’ten Trieste’ye gidiyorum. Bu gece, Slovenya’ya geçme planlarım yatınca, hiç hesapta olmadığı halde Trieste’de bir gece kalıp sabah otobüsle İtalya’dan Slovenya’ya geçmem gerekti.
Karşımdaki tombul kadın hiç susmadan konuşuyor, yanındaki kocası bezgin bir yüz ifadesiyle dışarıda hızla akıp giden Toskana Vadisi’ni seyrediyor karısının dırdırlarına aldırmadan. Kadıncağız, en fazla iki saat kafamı ütüleyebilir diyor ve kendimi test ediyorum, gevezeliği hiç sevmediğim halde, çocuksu yüzü ve mimiklerinin hatırına iki saat sürecek Venedik-Trieste yolculuğunda katlanabileceğim sanırım bu şirin kadına.
Yine de şansım yaver gidiyor, üç istasyon sonra iniyorlar, vagona sessizlik hâkim oluyor.
Geri dönüp bakıyorum diğer yolculara. Kimseler kalmamış, vagon bomboş, sadece, elindeki kitabına eğilmiş spor ceketli şık giyimli sakallı bir adam görüyorum. Ben bu adamı tanıyorum, ama; çıkartamıyorum bir türlü.
Dakikalar azap olmaya başlıyor, sonunda şimşek çakıyor hafızamda, dönüp bir kez daha bakıyorum. Evet, Umberto Eco bu adam. Nefes aldıkça göbeğine inan kravatı hareket etmese, mumyaya benzeteceğim.
Bir ara kalkıp, imza alayım diye düşünüyor, sonra bu sessizliği bozmaktan korkarak vazgeçiyorum.
Sağımda Adriyatik Denizi uzanmaya başladı, yağmur damlalarının cama vuruşundaki ritimle hemhâl olmuş ruhum.
Puslu, yağmurlu ve hüzün dolu bir iklimde ayak basıyorum Trieste’ye.
Üstüne üstlük bir de kalacak yer bulabilmek için yağmur altında bilmediğim sokaklarda hava kararana kadar, şapkamın siperliğinden sular damlayarak dolaşınca ruhum gibi bedenim de eziliyor.
Deliksiz bir uyku ile geçiyor gecem. Slovenya’nın başkenti Ljubljana ( Lübyana )’ya gidecek tren 14.00 hareket edecek. Çok vaktim var yani.
Ani kararla 20 kilometre kuzeydeki Duino Şatosu’a gitme isteği uyanıyor içimde, bir taksiye biniyorum ve yarım saat sonra Adriyatik Denizi’nin köpüklü dalgalarıyla dövdüğü falezlerin üzerine kurulmuş sarı renkli şato-kalenin kapısında buluyorum kendimi.
Napolyon Bonapart’ın ailesinin de ikamet ettiği bu şatoya beni getiren neden, Rainer Maria Rilke.
Rahmetli Turan Oflazoğlu’nun arı Türkçesi ile çevirdiği Duino Ağıtları kitabının ilk mısraını mırıldanır dururum, ne zaman başım sıkışsa; “ kim duyar, ses etsem, beni melekler katından ? ”
“ Anılarıma sadığım, ancak insanlara sadık kalmayacağım “ diyen Rilke, çocukluğunda annesinin yanlış eğitimleri nedeniyle tüm kadın ve insanlardan nefret eder.
Ne var ki; O’nu yaşama bağlayan, ünlü filozof Nietzsche’nin eski aşkı şair Salome olur. Birlikte gittikleri Rusya’da Tolstoy’un misafiri olurlar.
Kremlinde bir kilisede izlediği Paskalya Yortusu şairi çok etkiler. İki yıl sonra tekrar Salome ile birlikte gittikleri Rusya’da yine Tolstoy’un konuşmaları ve Ortodoks inanç şairin hassas ruh yapısını adamakıllı dağıtır ve ağır depresyona girer. Gezi sonrası Salome, yıllardır süren aşklarını hiçe sayarak Rilke’yi terk eder.
Pek çok ruhsal gelgitler sonrası, yaşamını etkileyen ve en görkemli eseri sayılan Duino Ağıtları’na ilham kaynağı olan işte bu şatonun sahibesi Hohenlohe Prensesi Marie olur.
Duino Şatosu’na yerleşir Rilke ve ruhunu lime lime eden bu atmosferde, topu topu elli sayfa olduğu halde, tüm dünyanın ilgiyle okuduğu Duino Ağıtları’nı yazar.
Aşağıda, kayalarda parçalanan dalgaların uğultusu sarmalıyor varlığımı.
Heykellerin dizildiği yemyeşil patikada yürürken O’nun mısralarına dalıyorum; “ ruhumu nasıl tutsam da seninkine değmese “





















