YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR
KIYMETLİ YAZARLARIMIZ CEVAPLIYOR
www.hakanbirol.com
Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta “Gece On İki Sancıları” kitabıyla tanıdığımız “Ayşegül Bayar” var.
Merhabalar Ayşegül Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Ben teşekkür ederim. Bol bol okuyan, yazan, hayallerine çokça vakit ayıran, yazdığı karakterlerle bütünleşen ve sanatsız, özellikle de müziksiz yaşaması mümkün olmayan biriyim. Yazmaya lise yıllarımda şiirler karalayarak başladım. Üniversite yıllarımdaysa bu şiirleri öyküler takip etti. Sonra hayata atıldım ve on yıla yakın bankacılık yaptım. Bu yoğun ve stresli çalışma ortamı beni ister istemez yazma eyleminden uzaklaştırdı ama mesleğimden ayrılmamla birlikte kendimi yeniden yazarken buldum. Öykülerim çeşitli edebiyat dergilerinde ve kolektif kitap çalışmalarında yayımlandı ve bu sürecin sonunda gece Gece On İki Sancıları doğdu.
“Gece On İki Sancıları” kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?
Gece On İki Sancıları, 2020’de okuyucuyla buluştu ve 2021’de Fakir Baykurt Öykü Kitabı Ödülü’ne değer görüldü. Birbiriyle bağlantılı sekiz öyküden oluşuyor. 1980 darbesi ve bu sürecin günümüze dek uzanan etkilerine odaklanan öyküler, basın özgürlüğü, kadın sorunsalı, baba oğul, anne kız ilişkileri, aşk gibi çeşitli konulara yer verirken Kahramanmaraş Katliamı, Gar katliamı, Kanlı 1 Mayıs, Madımak Yangını gibi toplumsal hafızamızda yer etmiş acı olaylara da değiniyor. 12 Eylül sürecini yaşamış, o karanlık dönemden türlü yaralarla çıkmış karakterin bugünkü yaşamlarını ve geçmişle hesaplaşmalarını okuyoruz bu sekiz öyküde. Gece On İki Sancıları, yakın siyasi tarihimizin bir panoraması aslında. “Bugünün objektifinden 12 Eylül fotoğrafları” olarak da adlandırabilirim. Ancak öyküler spesifik olaylardan çok insana, onun iç dünyasına, hesaplaşmalarına, acısına ve yaşam mücadelesine odaklanıyor. Gece On İki Sancıları’nda okuyucuyu neler, kimler bekliyor? Gülsüm, işkenceci babasına duyduğu nefreti bir türlü içinden atamıyor. Güray, işkencenin bedeninde bıraktığı hasarla yaşamını sürdürmeye çalışırken aşka tutunmak istiyor. Fırat, idealleri uğruna aşkından vazgeçiyor. Enver, yirmi beş yıl sonra yurda dönüyor ve geçmişini kaldığı yerden yakalamaya çalışıyor. Hayal, Enver’in gidişiyle yarım kalmış. Bir gece, yepyeni bir sayfa açmak üzere tüm geçmişinden vazgeçiyor. Nihat, ne olursa olsun gerçeğin peşinden ayrılmayan bir gazetecinin, faili meçhul yalnızlığını anlatıyor okuyucusuna. Gündelikçi Pembe ise eril düzenin çarklarından kurtulmaya niyetli. Hayatını değiştiren o evde, camları daha bir hırsla siliyor artık. Ve Deli Nuri… Toplumu derinden etkileyen tüm olayları kuşbakışı izlemiş. Bu olayların unutulmaması için elinden geleni yapıyor. Bir gün, “Alfabetik Sıraya Göre Utanç Listesi” adında bir kitap yazacak. İşte Gece On İki Sancıları. Sekiz ayrı hayat, sekiz ayrı geçmişe dokunuş. Birbirinden bağımsız olsalar da karakterleri ortak, acıları ortak öyküler…
Roman yazmanın en zor kısımlarından biri de olay örgüsünü oluşturabilmektir. Eserinizdeki olaylar yaşanmış bir yere mi dayanıyor yoksa kurgu mu?
Öykülerimdeki tüm karakterler ve olaylar hayal ürünü ama Gece On İki Sancıları belli bir döneme odaklanan bir kitap. Haliyle uzun bir araştırma sürecinin ardından yazıldı. Bu süreçte okuduğum, öncesinde de aile büyüklerimden dinlediğim birtakım olaylardan ilham aldım elbette.
Yazmanın sizdeki tarifi nedir? Bize bunu biraz anlatır mısınız?
Çinli filozof T’ao şöyle demiş: “Kendinden uzaklaş ki, kendine ulaşabilesin.” İşte bu söz, söylemek istediklerimi özetliyor. Yazmak benim için kendi içimden en uzak noktaya doğru başlattığım, dönüp tekrar içime kıvrıldığım bir yolculuk.
En çok hangi tür kitapları okuyorsunuz ve hangi yazarları takip ediyorsunuz?
Roman, öykü… Edebi niteliği olan tüm kitaplar. Güncel edebiyatımızda okumaktan büyük keyif aldığım yazarlar var. Berna Durmaz, Yalçın Tosun, Latife Tekin, Cemil Kavukçu, Mine Söğüt ilk aklıma gelenler. Bir de yıllar geçse de okumaktan asla vazgeçmeyeceğim, tekrar tekrar okuyacağım isimler var elbette. Başta Bilge Karasu. Tüm elli dönemi öykücüleri, Oğuz Atay, Kafka, Thomas Mann ve daha niceleri…
Yazmak başlı başına cesaret isteyen bir iştir. Yazmak isteyen ama nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için önerileriniz var mı?
Ben hiçbir zaman “Yazmak istiyorum,” demedim, çünkü zaten daha çocuk yaşta kendimi yazarken buldum. Bu yürümeyi öğrenmek gibi bir şey. Hiçbir çocuk, “Yürüyeceğim ama nasıl?” diye sormaz ilk adımlarını atmaya hazırlanırken. Yalpalar, düşer ama sonunda yürür. Yazmak da böyle düşe kalka ilerlediğimiz bir süreç işte. İçsel bir yolculuk. Birilerinin ateşlemesi, şöyle başla böyle başla demesi gerekmiyor. Sadece şunu söyleyebilirim, yazma eylemi öncelikle bol okuma gerektirir.
Ülkemizdeki okuma oranları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Gözlemleriniz doğrultusunda genç nesle bakış açınızı özetleyebilir misiniz?
Ülkemizde okuma oranlarının ne denli düşük olduğu malum. Eğitimin geri plana atıldığı, sorgulamanın tehdit olarak algılandığı sistemlerin doğal ve acı sonucu. Bizim de toplum olarak acı gerçeğimiz. Okumayan bireyler, okumayan çocuklar yetiştirdi. O çocuklar da kendi çocuklarına okumanın önemini kavratamayacak. Yine de, bu zincirleme facianın içinde bana umut veren bir şey var, son zamanlarda toplu taşımada ya da kafe, park gibi kalabalık mekânlarda kitap okuyan birçok gencin olduğunu gözlemliyorum. Bu beni sevindiriyor.
Değerli Ayşegül Hanım, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…
Samimi sorularınızı yanıtlamaktan büyük keyif aldım, ben teşekkür ederim.