Nedendir bilmem, şeytan; “ Yeni Fizik’e yani Atom altı parçacıkların davranışları ile yaşamı ve kainatı yorumlama gayretinde olan Kuantum Dünyası’na ufaktan kafanı sok “ diyor yine son günlerde.
Galiba, yaşadığımız son dönemlerde olan bitenleri, konvansiyonel verilerle değerlendirmenin imkânı yok. Aklın, bilginin ve tarihin yorumları yeterli gelmiyor yaşadığımız şaşkınlıkları izah etmeye. Mahler’in “ Ölü Çocuklar Senfonisi “ ni de hiç bu kadar ardarda dinlememiştim şimdiye dek.
Bir dostum, Atom altı dünyayı tanımlarken, insanoğlu’nun bugünkü organları ile olan bitenlere aklının yetmeyeceğini ve muhtemelen cinnet geçirebileceğini söylüyordu. Doğruydu söylediği, zira; Atom altı âleminde hiçbir şey var olmaz, var olma eğilimindedir. Olaylar da, belirli şekillerde ve kesin bir biçimde oluşmaz, oluşma eğilimi gösterir.
Bitmedi, fazla bunaltmadan bir iki sükseli lâf edip, yaşadığımız midevî dünyaya döneceğim kestirmeden; Yukarıdaki ikircikli tanıma göre, atom-altı parçacıklar kendi başlarına anlamsızdır, ancak, gözlem ve ölçüm pratikleri ile anlam kazanır ete kemiğe bürünürler bizim algılarımızca. Velhasıl, bizlerin damarında oluşan kolestrol zerresi de, evrendeki bir nebuladaki gaz veya Fethiye dağlarındaki kayalar da, diğer şeylerle bağlantı kurdukları için vardırlar.
Sanmayın ki, servetler harcanan o muhteşem laboratuarlar bize, evrenin ve bizim Varoluşumu’zu tanımlayıp, kafamızdaki sorulara cevap verecektir. Kuantum dünyasında, şey’lerin hükmü yoktur, şeyler arasındaki ilişkiler vardır ve bu sonsuza uzar gider ve sessizce evrenin tek ve bir bütün olduğunu fısıldar. Mevlâna’nın “ Hiç ol “ düsturunun çıkış noktası da burada başlıyor kanaatimce.
Her şeyin belirsiz ve kolay anlaşılamaması ile Yeni Fizik, Newton’u sollayarak yani her şeyi zapt-ü rapt altına alabileceğine inanan eski fiziğin “ ölçerim, denerim anlarım “ görüşünü sisler içinde bırakır.
Az kaldı, son bir kaç cümle; kendi kafamıza göre sürdürmek istediğimiz düzenle, dümenine geçip hakim olamadığımız akış yani Kaos arasında binlerce yıldır yaptığımız slalomlarla yaşamayı becerebildiğimiz için varız aslında. Mutasyon kabiliyetimiz olmasaydı, nötron bombası yemiş bir dünya olacaktı, bizim var olamadığımız.
Yaşadığımız dönemde bilgi artık mekanik olmaktan çıktı. Cep telefonunda “ yeniden başlat “ komutuyla düzelen arızanın nedenini bana kimse ikna edici kelimelerle anlatamaz. Evren de, devasa bir mekanik makine değil artık, kafamızın bas(a)madığı büyük bir düşünceye dönüştü.
Eh, artık sadede gelelim; düşüncelerin egemenliğinde bir enerjiler evreninde yaşıyorsak, kötülerin, üstesinden ancak ve ancak kötülüğe ve kötülüklere prim vermeyecek, onları zavallı dünyalarında mahkûm edecek düşünce sistemleri ile donanmalı, minicik dünyamızın kötülerinin yegâne paradigması “ toplum mühendisliği “ denen ali-cengiz oyunlarına Varoluş’un mucizevî mirası düşüncemizle çelme takmalıyız.
Velhasıl, enseyi karartmıyoruz. Top bizde, pas bizde zira…