YÜRÜMEK YARATICILIĞI NASIL TETİKLİYOR…
Neredeyse gezgin Yunan filozofların zamanından bu yana, başka birçok yazar yürümek, düşünmek ve yazmak arasında derin ve sezgiyle anlaşılabilen bir bağlantı keşfetti.
Henry David Thoreau, günlüğüne “Yaşamak için ayağa kalkmadıysan, yazmak için oturmak ne kadar beyhude!” diye yazmıştı. “Bana öyle geliyor ki, ayaklarım hareket etmeye başladığı anda düşüncelerim akmaya başlıyor.” Thomas DeQuincey, şiirleri dağların tepesinde, ormanlarda ve yollarda yürüyüşlerle dolu olan William Wordsworth’ün hayatı boyunca 180 bin mil yürüdüğünü hesaplamıştı, bu da beş yaşından itibaren günde ortalama altı buçuk mil yürüyüşe denk geliyordu.
Yürümeyi böyle önemli, bilhassa düşünmeye ve yazmaya bu kadar uyumlu yapan nedir?
Cevap, kimyamızdaki değişikliklerle ortaya çıkıyor. Yürüyüşe çıktığımızda kalbimiz daha hızlı atıyor, sadece kaslara değil beyin de dahil olmak üzere tüm organlara kan ve oksijen ulaştırıyor. Sayısız deney, insanların egzersiz sırasındaki veya sonrasındaki hafıza ve dikkat testlerinde daha iyi sonuçlar aldığını gösterdi. Düzenli olarak yürümek beyin hücreleri arasında yeni bağlantılar geliştiriyor, yaşlanmayla gelen olağan beyin dokusu daralmasını geciktiriyor, hipokampüsün hacmini genişletiyor ve hem yeni nöronların gelişimini canlandıran hem de birbirleri arasındaki mesajları ileten moleküllerin düzeylerini yükseltiyor.
Bedenlerimizi ileriye doğru taşıma usulümüz düşüncelerimizin doğasını değiştirir, düşüncelerimizin doğası da usulümüzü. Egzersiz müziği konusunda uzman psikologlar birçoğumuzun malumunu sıraladı. Yüksek tempolu şarkılar dinlemek bizi daha hızlı koşmaya teşvik ediyor, sürat kazandıkça da daha hızlı müziği tercih ediyoruz. Aynı biçimde, sürücüler de yüksek sesli ve tempolu müziği duyduklarında, gaz pedalına farkında olmadan biraz daha yükleniyorlar. Kendi tempomuzda yürümek bedenlerimizin ritmiyle ruh halimiz arasında, spor salonunda koşarken, araba sürerken, bisiklet kullanırken veya başka bir yer değiştirme hareketi esnasında tecrübe edemeyeceğimiz kadar, katıksız bir geribildirim döngüsü oluşturuyor. Gezinirken, ayaklarımızın temposu ruh halimizin ve iç konuşmalarımızın ritmiyle kuşkusuz bozuluyor, aynı zamanda kasten hızlı veya yavaş yürüyerek düşüncelerimizin temposunu da etkin bir biçimde değiştirebiliyoruz.
Yürüme eylemi için o kadar da bilinçli bir çaba harcamak zorunda olmadığımızdan, dikkatimiz gezinmeye, önümüzdeki dünyayı zihnin tiyatrosundan bir imgeler geçidiyle kaplamaya açık. Bu da tam olarak araştırmaların yenilikçi fikirler ve içgörü anlarıyla ilişkilendirdiği bir zihinsel durum. 2014’ün başlarında, Stanford Üniversitesi’nden MarilyOppezzo ve Daniel Schwartz, yürümenin yaratıcılığı etkileme biçimini doğrudan ölçümleyen muhtemelen ilk araştırmaları yayımladılar. Araştırma fikrini bir yürüyüş esnasında bulmuşlardı.
Dört deneylik bir seride, Oppezzo ve Schwartz 176 üniversite öğrencisinden birbirinden ayrı yaratıcı düşünce testlerini otururken, yürürken, koşu bandındayken ve Stanford kampüsünde dolanırken tamamlamalarını istediler. Örneğin, bir testte gönüllüler düğme veya araç lastiği gibi gündelik nesneler için alışılmadık kullanımlar önermek zorundaydı. Öğrenciler, yürüyen öğrenciler oturan öğrencilere kıyasla nesneler için ortalamada dört ila altıdan fazla farklı kullanımlar düşündü. Bir başka deney, gönüllülerin bir metafor düşünmelerini ve düşündüklerinin muadili bir metafor üretmelerini gerektiriyordu. Yürüyüşe çıkanların %95’i, hiç ayağa kalkmayanların ise %50’si testi geçebildi.
Nerede yürüdüğümüz de önemli. South Carolina Üniversitesi’nden MarcBerman’ın önderliğinde yürütülen bir çalışmada, botanik bahçesinde yürüyen öğrenciler hafıza testi performanslarını şehrin sokaklarında gezinen öğrencilere nazaran daha da yükselttiler. Sayıları giderek artan araştırmalar, yeşil alanlarda (bahçeler, parklar, ormanlar) vakit geçirmenin yapay ortamların tükettiği zihinsel becerileri canlandırabileceğini ileri sürüyor. Psikologlar, dikkatin gün boyunca sürekli olarak azalan sınırlı bir beceri olduğunu öğrendiler. Yayalar, arabalar ve reklam panolarıyla dolu kalabalık bir kavşak dikkatimizi etrafa yöneltir. Buna karşın bir parktaki göletin yanından yürümek de zihnimizin gelişigüzel biçimde bir duyusal tecrübeden diğerine sürüklenmesine olanak tanır, dalgalanan sudan hışırdayan sazlıklara.
Yine de doğa veya şehir yürüyüşleri zihin için benzersiz faydalar sağlamaya uygun. Şehirdeki bir yürüyüş, zihnin oynayabileceği daha geniş çeşitlilikte duygulanımlar, daha fazla anlık uyarımlar sunuyor. Ama hâlihazırda aşırı duygulanımın eşiğindeysek, şehir yerine doğaya dönebiliriz. Woolf, Londra sokaklarının yaratıcı enerjisinin tadını çıkardı, bunu da günlüğünde “en büyük dalganın en tepesinde olmak, şeylerin tam ortasında kulaç atmak” diye tanımladı.
Belki de yürümek, düşünmek ve yazmak arasındaki en esaslı bağlantı bir gezintinin sonunda, masanın başında kendini ele veriyor. Orada, yazmanın ve yürümenin had safhada benzer, eşit ölçüde fiziksel ve zihinsel beceriler içerdiği açığa çıkıyor. Kendimize şehirde veya ormanda bir patika seçtiğimizde, beynimiz bizi çevreleyen ortamı araştırıyor, dünyanın zihinsel bir haritasını oluşturuyor, ilerlenecek yolu belirliyor ve bunu bir dizi adımdan oluşan plana tercüme ediyoruz Aynı biçimde, yazmak da beyni kendi manzarasını değerlendirmeye, o zihinsel arazide bir rota oluşturmaya ve sonuçta oluşan düşüncelerin izlerini elleri yöneterek kaydetmeye zorluyor.
Yürümek etrafımızdaki dünyayı düzenliyor, yazmak da düşüncelerimizi tanzim ediyor.
Yusuf CERAN
Kaynak: The New Yorker