Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta “Sarvan” kitabıyla tanıdığımız “Çağla Meydan” var.
Merhabalar Çağla Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Merhabalar Hakan Bey. Teşekkür ederim röportaj teklifiniz için. 1980 yılında İzmir’de sevgi dolu bir aileye doğdum ve büyüdüm. Üniversiteyi Ankara’da Maliye bölümünden tamamlamamın akabinde finans sektöründeki iş hayatıma New York’da başladım. Eşzamanlı olarak çalışırken tamamladığım master eğitimimin akabinde Amerika mali müşavirlik sınavlarını tamamlayarak kariyerime CPA (mali müşavir) olarak birkaç yıl daha devam ettim. Finans sektöründe New York’da geçirdiğim dokuz yıllık ve devamında İstanbul’da geçirdiğim 4 yıllık mesleki hayatımı gerçek yaşam amacımı keşfetmek amacıyla terk ettim. İnsanın ilgi alanları çok olduğunda hangisi üzerine ilerlemesi gerektiğine karar vermesi zorlaşıyor. Benim ilgi alanlarım sürrealist yağlı boya resim yapmak, müzik, Kundalini yoga ve meditasyon, reiki, Vedik Astroloji vs. Kısacası kendimi keşfetmek, potansiyellerimi geliştirmek adına yapabileceğim her şeydi diyebilirim. Kendi üzerime çalışmalarım devam ettikçe zaman içinde daha önce hiç açığa çıkmamış potansiyellerimle, yeteneklerimle tanıştım. Mesela şiir yazmak ve hatta akabindeki yıllar içinde roman yazmak gibi. Kendini keşfetmek sonsuz bir yolculuk. Şimdi yıllar süren bu arayış serüvenimin ardından şunu diyebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum; “İyi ki her şeyi terk etmeyi göze almışım, iyi ki hayata sıfırdan başlama cesaretini göstermişim…” Bu yolculuğumda biriktirdiklerimi, deneyimlerimi ve o sonsuzluk akışından gelen bilgileri bir gün fantastik bir roman görünümünde diğer kendini keşif yolculuğuna çıkmışlarla paylaşacağım aklımdan bile geçmezdi. Bu yolculuğun en güzel yanı hep sürprizlerle dolu olması.
“Sarvan” kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?
“Sarvan-Kaşif ve Usta Süvari” bir ölüm çemberine düşüp sorgusuz, sualsiz yaşayarak geldiği gibi gidenlerin arasında yaşamasına rağmen farkındalığı uyanan ve bir çağrıyla bu ölüm çemberinden çıkarak kendini keşif yolculuğuna atılan bir kaşifin masalıdır. “Sarvan-Kaşif ve Usta Süvari” fikrimce sıradışı bir kitap. Hem fantastik, serüvenimsi bir roman hem de çokça metaforik anlatımların, sembolizmaların katmanlar arasına yerleştirildiği mistik ve manevi bir kitap. Okurun algısı, bakışı nerdeyse, oraya hitap eden esneklikte bir hikâye. Kimini serüvenlerle dolu eğlenceli ve düşündüren, kimini de çok derinlere götüren bir roman bekliyor okurlarını. İki kitaplık bir serinin ilki olan “Sarvan”, daha da derinleşerek ve bambaşka bir üslupla devam eden ikinci romanına hazırlanıyor.
“Gördüğün farklılıklar seni yanıltmasın. Her şey, tek olan realitenin farklı yansımalarıdır.” Yani bir nevi yansımalar dünyasında mı yaşıyoruz?
Kitabın bu cümlesini kapağa taşımamın nedeni, nihayetinde hepimizin hakkıyla insan olabilmek için gelmek zorunda olduğumuz bir idrakı ortaya koymasıdır. Aslında her şey tek bir bütünün parçası ve yansısı. Farklılıklarımızı onurlandırmak, hepimizin özünün aynı olduğunu bilerek özgünlüklerimizi, renklerimizi kabul ederek ve onları severek yaşamak insan olarak gelmemiz gereken nihai noktadır. İlk kitabın yani “Sarvan”ın sonunda Sarvan tüm renkleri kuşanıp sonunda tek renk olan beyaza doğru kanat açıyor. Farklı bir boyuta geçiyor ve sonrasında yaşayacağı deneyimler ve mertebeler ikinci kitapta yer alacak.
“Hayat insana acı-tatlı hediyeleriyle kendi içinden yepyeni bir bilinçle yükselen kendini doğurtmadı mı?” Acı ve tatlı olaylar sayesinde kendimizi mi buluyoruz?
Aslında hayat bize her an kendimizi bulmamız için fırsatlar sunuyor. Bazen onları ıskalıyoruz, bazen de yakalıyoruz. Sonuç olarak ıskaladıklarımızdan kaçamıyoruz, hayattan kaçamadığımız gibi. Yolun sonunda acının da tatlının da bakış açımızdan kaynaklandığını gösteriyor bize hayat. Elbette bu da önemli. İkilikler dünyasındaki deneyimlerimiz sayesinde buluyoruz birliği. Öyle çok büyük, radikal değişimleri beklemeye de gerek yok. Yaşadığımız her an farklı bir insanız aslında, farklı bir bilinciz. Kendimize bu gözle baktığımızda aslında nasıl da radikal olduğunu görebiliriz. Mesela 10-20 yıl önceki Hakan’ın verdiği kararları şimdiki Hakan verir mi? Asla. Her an yeniden doğuyoruz, en azından bu potansiyelle yaşıyoruz.
En çok hangi tür kitapları okuyorsunuz ve hangi yazarları takip ediyorsunuz?
Okuduğum kitap türleri de değişen Çağla ile birlikte hep değişti hayatımda. Zamanında roman da okudum, kişisel gelişim ve spiritual kitaplar da okudum, mistik ve ezoterik kitaplar da okudum veya eğitici kitaplar da okudum. Kabala ilmi ile ilgili kitaplar okudum bir dönem yoğun olarak. Şuan için tasavvuf ile ilgili okuyorum.
Yazmak başlı başına cesaret isteyen bir iştir. Yazmak isteyen ama nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için önerileriniz var mı?
Edebiyat alanında okumadım, yazarlık okullarına da gitmedim. Fakat yazma potansiyelim açığa çıktıktan sonra ve “Sarvan”ı roman olarak yayınlama isteği doğduktan sonra dünyaca ünlü birçok yazarın röportajlarını ve tavsiyelerini dinledim. Hatta roman yazma yöntemleri ile ilgili birkaç bestseller yabancı kitap da okudum. Bunlara kendi tecrübemi de ekleyerek şöyle önerebilirim; Cesaret ve kendine güven en başta olması gereken şeyler. Sonrası gerçek bir arzu ve çaba. Her işte olduğu gibidir yazmak da. Bir şeyde başarılı olmak istiyorsanız ona gereken azmi, zamanı, emeği ve çabayı vermek zorundasınız. Yetenek size sadece kapıyı aralar, o kapıdan geçmek ve yürümek sizin arzunuzun gücüne ve çabanıza bağlıdır. Yazmak isteyen biri sadece yazsın, ama her gün mutlaka yazsın. Ne yazdığı hiç önemli değil. Yazdığını eleştirmeden ve başkaları okuyacakmış kaygısına kapılmadan yazmalı. Başlangıçta aklında bir fikir olmasa bile zaman içinde yazdıkça açılır bir şeyler. Daha çok ilham gelir. Ben “Sarvan”ı yazarken kendi deneyimimde şunu fark ettim: Spontane yazdığım için bir gün önce yazdığım hikayenin nasıl devam edeceği konusunda benim bile hiçbir fikrim yoktu. Bir sonraki gün aklımda gezdiriyordum kaldığım yerden sonrasını nasıl devam ettireceğimi fakat hiçbir şey gelmiyordu aklıma. Yine de klavyenin başına oturuyordum hem de aklımda yazacak hiçbir şey olmamasına rağmen. Fakat olağandışı bir şekilde parmaklarımı klavyeye koyduğum an akmaya başlıyordu hikaye. Bütün gün ne yazacağımı düşünmem nafile, işin sırrı kalvyeye dokunmakmış. Bu başıma her defasında geliyordu. İşte bu deneyimimden çıkardığım sonuç, ne olursa olsun işin başına geçmelisin ve kaleme veya klavyeye dokunmalısın. Zihnininizin kalabalığından ve endişelerinizden kurtulup o akışa kendinizi bırakın.
Ülkemizdeki okuma oranları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Gözlemleriniz doğrultusunda genç nesle bakış açınızı özetleyebilir misiniz?
Zaten dünya genelinde hep düşük bir okuma oranına sahip bir ülkeydik maalesef. Sosyal medya, internet çağıyla birlikte bence bu daha da düştü. Gençleri bırakın, yetişkin ve ileri yaş insanlar bile artık ellerinde telefon sosyal medyanın tutsağı olmuş durumda. Okuma oranlarının düşüşüne rağmen yazma oranları da inanılmaz derecede arttı eski zamanlara göre. Yayınevlerine bakarsak birçok yayınevi ticari gözle bakıyor buna. Kimin sosyal medyada takipçi sayısı çoksa hiç düşünmeden o kişi ne yazsa hemen yayınlıyorlar. Bence geçmişe göre nicelik arttı ama nitelik düştü. Hepimiz birbirimizden sorumlu olduğumuz için çözümleri de birlikte bulmalıyız. Genç nesile kaliteli kitap okumak sevdirilebilir. Kendilerini geliştirdiklerinde onları ne büyük mucizelerin karşılayacağı farkettirilebilir. Aslında yeni nesil büyük bir arayış ve boşluk içinde. Onların sadece doğru bir şekilde yönlendirilmeye ihtiyaçları var. Bu durumu belli kesimlerin ve sistemin üzerine atmak yanlış bir bakış açısı olur. Gençlerimizden hepimiz sorumluyuz, herkesin elini taşın altına sokması gerektiğini düşünüyorum. Sosyal medyanın dezavantajları aynı zamanda doğru kullanılırsa büyük bir avantaj aslında.
Değerli Çağla Hanım, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…
Ben teşekkür ederim bu güzel sorularınız için. Gençler ve okuma oranları demişken, sizin yaptığınız bu işi daha çok gazete ve dergiler yapmalı. Röportaj serileriniz daim, okurlarınız bol olsun inşallah.