YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR
KIYMETLİ YAZARLARIMIZ CEVAPLIYOR
www.hakanbirol.com
Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta “En İyi Değil En Uygun Aday Olun” kitabıyla tanıdığımız ” Merve Karaalioğlu Aydın” var.
Merhabalar Merve Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Merhaba Hakan Bey, ben de teklifiniz için teşekkür ederim, sizlerle buluşmak gerçekten çok heyecan verici :).
İsmim Merve Karaalioğlu Aydın. Yaklaşık 15 yıldır İnsan Kaynakları alanında çalışıyor, başta savunma ve teknoloji olmak üzere pek çok sektörde insan kaynakları sistemleri kuruyorum. Şimdiye kadar İK’nın her alanında hem operasyon koltuğunda hem de liderlik koltuğunda oturma fırsatım oldu. Bunun yanında son 5 yıldır da profesyonel koçluk ve İK mentorluğu yapıyorum.
Yazmayı çok seviyorum; nitekim bizi bugün buluşturan bir kitabım, 2010 yılından beri İK-Koçluk-Farkındalık konularında faaliyet gösteren bir bloğum ve yeni yeni ufak içerikler paylaştığım bir Instagram hesabım var. Ayrıca benzer içeriklere sahip bir YouTube kanalım da bulunuyor. Bunun yanında size kendimi bir gezgin olarak da tanıtabilirim. 20’nin üzerinde ülke ve 30 farklı şehri görme fırsatım oldu. Bulduğum her fırsatta yeni kültürler, yeni yerler ve yeni insanlar tanımaktan mutluluk duyuyorum.
“En İyi Değil En Uygun Aday Olun” kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?
En İyi Değil En Uygun Aday Olun benim ilk kitabım ancak hem 15 yıllık kendi deneyimim ile hem de adaylarımın, danışanlarımın, çalışma arkadaşlarımın, ailemin, arkadaşlarımın deneyimleri ile ortaya çıkmış bir kitap. Kitabımın açıklamasında da paylaşmıştım, burada da altını çizmek istediğim nokta şu: Bizler şu an da öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, her şeyin en iyisini yapmaya odaklanıyoruz ve her şeyin en iyisi olmaya çalışırken de yolda kayboluyoruz. Oysaki en iyi okullarda okusak da en iyi firmalarda çalışsak da en havalı unvanlara sahip olsak da bize en uygun atmosferde yer alamıyorsak; o işi, o şirketi, o pozisyonu, o ortamı sürdüremiyoruz. Bu nedenle bu kitapta, tıpkı hayatın her alanında olduğu gibi, iş hayatında da kendimize en uygun işi, en uygun şirketi, en uygun pozisyonu nasıl buluruz sorusunu cevaplıyorum. Umarım keyifle okursunuz.
İnsan kaynakları biriminin ülkemizdeki gelişimini nasıl buluyorsunuz?
İnsan kaynakları alanının Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren ortaya çıkan bir kavram olduğunu düşünürsek elbette çok ciddi gelişmeler mevcut. O dönemlerden bu döneme, insan kavramı işyerlerinde bir prosedürden çok daha fazlası oldu ve insanın yeteneklerinin bulunması, tutunması, bağlılığın ve memnuniyetinin sağlanması gibi çok ciddi çalışmalar yapıldı. Ayrıca dünya üzerinde teknolojik yeniliklerin sayısı ve hızı arttı; bu durum gerek dünyada gerek Türkiye’de pek çok iş alanı gibi İK alanında da gelişmelere ve farklılaşmalara yol açtı.
Bu çerçeveden bakınca ben İK’nın hem kavram olarak hem şirket uygulamaları olarak ülkemizdeki gelişimini çok kıymetli buluyorum. Bunun yanında gelişim demek süreklilik de demektir. Yani her an her saniye hareket eden ve hareket etmeye devam edecek olan bir dünyadan da bahsediyoruz. Hal böyle olunca; özellikle insan kaynakları alanında gerçekleşecek her gelişme insana, işe ve çalışma koşullarına yansıyacaktır.
Yazmanın sizdeki tarifi nedir? Bize bunu biraz anlatır mısınız?
Bunu tarif edebilmek gerçekten zor çünkü benim için çok özel bir alan. Duygularımı, düşüncelerimi yazıya dökebilmek ve bunları tekrar tekrar okumak bana farklı duyguları bir arada yaşatıyor. Mesela bir şeyler hakkında düşünürken fikirleri bir odakta toplayabilmek bana üretkenlik duygusu veriyor. Yazdıklarımı paylaşmak toplumsal fayda sağlama isteğimi güçlendiriyor. Kendimi huzursuz hissettiğim bir zamanda yazmak bana huzur veriyor, dalgın olduğum bir zamanda yazmak beni bir şeye odaklandırıyor. Her şeyden öte, yazmak bana kendimle baş başa zaman yaratmamı sağlıyor. Eminim daha pek çok tarifi vardır içimde; bunlar sadece şu an aklıma gelenler…
“Dijitalleşmenin “edebiyata” etkisi nedir? İyi ve kötü yanlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?”
Ben genel olarak dijitalleşmenin edebiyata etkisini faydalı buluyorum. Çünkü günümüz dünyasında teknolojiyi yok sayan tüm çalışmalar, sektörler, iş alanları maalesef yavaş yavaş yok oluyor. Bu nedenle edebiyatta da bir kitabı elektronik olarak okuyabilmenin, bir romanı kulaklığımızı takarak dinleyebilmenin gücü gerçekten çok kıymetli. Bunun yanında maliyet olarak daha düşük bir maliyetle karşılaştığınız için okuma oranınızı da arttırabiliyorsunuz.
En çok hangi tür kitapları okuyorsunuz ve hangi yazarları takip ediyorsunuz?
Ben oldum olası kişisel gelişim ve psikoloji temalı kitaplar ve mesleğim gereği insan kaynakları ve koçluk alanlarında yazılmış olan kitapları okumayı seviyorum. Spesifik bir yazardan ziyade yayınevi takibim daha çok oluyor. Bu nedenle belirli bir rutinde web siteleri ziyaret etmeyi, kitabevi gezmeyi oldukça severim.
Yazmak başlı başına cesaret isteyen bir iştir. Yazmak isteyen ama nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için önerileriniz var mı?
Dediğiniz çok doğru, yazmak gerçekten bir cesaret işi. Ben bu anlamda kendimi şanslı görüyorum; çünkü herhangi bir fikrim olmadan çok küçük yaşlardan itibaren elimde kâğıdı kalemi buldum ve yazmaya başladım. İlkokuldayken şiirlerim vardı, her sene düzenli tuttuğum günlüklerim vardı, üniversiteden itibaren de bloglarım oldu. Ama hiçbir zaman yazdığımı kim okuyacak, nasıl yazacağım gibi bir kaygım olmadı. Sanırım ilk önerim bu olurdu: Başkalarının düşüncelerine aldırış etmeden yazabilmek. Çünkü birileri yazdıklarınızı çok beğenecek, birileri ise gerçekten fikirlerinizle örtüşmeyecek. Bu yazmanın doğasındaki bir gerçek. Bu kısmı ne kadar erken kabullenirsek yazmak ya da yazmaya başlamak o kadar kolay oluyor. İkinci önerim de odaklanmak olur. Burada odaklanmak dediğim, eğer bir kitap yazmayacaksanız, bir konuya odaklanmak değil. Ana odaklanmak. Her gün ya da sizin belirlediğiniz bir rutinde herhangi bir konuda birkaç cümle bir şeyler yazmak çok kıymetli. Ben başta defter taşıyordum, şimdi telefonda notlar kısmında bir alan oluşturdum, aklıma gelenler olursa, duyduğum sözler olursa ya da o an içimi rahatlatmak istersem mutlaka bu alanı kullanıyorum. Üçüncü önerim de gözlemlemek. Deneyimleri sadece biz yaşamıyoruz. Sizin de bir bakış açınız, benim de bir bakış açım, başkalarının da bir bakış açısı oluyor. Bu gördüğümüz deneyimleri özümseyip bir şeyler öğrenmek ve bu öğrendiklerimizi aklımızda kalacak şekilde yazıya dökmek de çok faydalı olacaktır.
Ülkemizdeki okuma oranları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Gözlemleriniz doğrultusunda genç nesle bakış açınızı özetleyebilir misiniz?
2022 yılı kitap pazarı raporuna göre Türkiye’de kitap üretimi 7 yıl öncesine gerileyerek azalmış ve kitap türlerine göre de okuma oranı düşmüş gözüküyor. Kitap basımının ve okuma oranının azalmasının elbette pek çok nedeni var. Bunlardan bir tanesi ekonomik koşullar. Bugün bir kitabevine gittiğinizde okumak istediğiniz bir kitap ortalama 200 TL civarında. Haftada bir kitap okusanız bile ayda ayıracağınız bütçe asgari ücrete oranlarsak büyük bir bütçe. Bunun yanında bu kitap okumamak için elbette bir bahane değil. İşte burada dijitalleşmenin genç nesile faydasının inanılmaz olacağını düşünüyorum.
Değerli Merve Hanım, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…
Ben teşekkür ederim bu fırsatı bana verdiğiniz için. Görüşmek dileğiyle…