Gazetelerin, kitapların, günümüzdeki gibi olmayıp neredeyse peynir, ekmek gibi satıldığı günlerde, cebimizde para mı vardı ki; çulsuz birer taşralı genç olarak o zenginiği, ucundan köşesinden yakalayamıyorduk işte. Oysa kitaplar ne de alımlı, çalımlı ve de havalı basılıyorlardı bir bilseniz…
Ben de, şimdilerde hızımı alamayıp İkici El Pazarı’mızda ille de boy gösteriyor; zamanında ilgilendiğim halde, erişemeyip okuyamadığım kitaplarla karşılaştığımda, satın almadan duramıyorum. Ederleri de uygun olunca, beş, altı kitaba, bir yüzlük değil; elli, altmış lira verip geçiyorum.
Başucumda nasıl nasıl ille de okunacak kitabım olacak işte!
Sözünü ettiğim o alışverişimden Romen Edebiyatı’ndan iki ayrı cilt halinde Umut Toprakları’nı; karşılaştıkça satın almadan edemediğim, zamanın ünlü yayınevi olan e yayınlarından Kerkenez’i, Karl Marks’ın kaleme aldığı, benim, özellikle önemsediğim Fransada İç Savaş’ı; Spartaküs adlı kitabını okuduğum Oda Yayınları’ndan Howard Fast’ın Fırtınadan Sonra’sını edinmiştim.
Fırtınadan Sonra adlı kitap, bir roman olmasına karşın, neredeyse ABD’de bir dönemin tarihi niteliğinde. Anılan kişiler, belirtilen tarihler, tanımlanan yer ve mekânlar hepsi de gerçek. Merak edip internet ortamından sorguladıklarımda yaşanılanları aynısıyla karşımda bulabiliyorum.
Roman kahramanı ve ailesi ABD’de güç belâ bir çiftlik edinirler. Ailenin tüm üyeleri Almanya doğumludurlar. Yanılmıyorsam öyle olacaklar. Roman kahramanı Pete daha birkaç aylık iken ABD’li olmuş. Yeniyetme bir çocuk olduğunda, her bir suç işlediğinde, ya da olmadık harekete kalkıştığında, babası, onun kulağını çekmek, tokat atmak şöyle dursun; atların çekmesi için arabaya bağlandığı koşum kayışıyla iki de bir döver. O genç de tutuk, içine kapanık biridir. Açılabileceği, zevzeklik edebileceği pek arkadaşı da yoktur. Kendisini orman içlerinde uzun yürüyüşlere atarak avunmaya çalışır.
Yirmili yaşlarına gelmeden de Amerikan İç Savaşı’na katılma kararlığı gösterir. Savaşa gönüllü katılan her bir Kuzeyli kişiye daha işin başında 100 dolar ödenir. O yeniyetme genç de, parayı babasına verir. Çünkü aile edinmeye çalıştıkları o çiftlikleri için büyük bir borç yükü altına girmiştir. O günün koşullarında, 100 dolar iyi paradır.
Kahramanımız o savaştan tek parça olarak döner! Ülkeyi bir baştan bir başa geçme kararındaki demiryolu inşaatlarında çalışır. Hastalanır, ölüm döşeklerinde kendisinden umut kesildiği dönemler yaşar. Okula gider, kitaplar okur. Eğitmenlik bile yapar. Yakışıklı biri değildir; hep geri durur. Yolu hukuk öğrenimine kadar gider. Avukat olup çıkar. Dahası yargıç da olur. O yol, onu, Illinois Eyalet Valiliği’ne kadar taşır. En büyük metropol alan ise Chicago’dur.
Ülkede ise hızlı bir sanayileşme olmakla birlikte işsizlik, emek sömürüsü diz boyudur. Geçim sıkıntısı yaşayan geniş halk kitleleri vardır. İş yerlerinde örgütlenmeye giden emekçiler grevlere kalkışırlar. İçlerinden, kendini yetiştirmiş, ilkeli, dürüst önderler çıkartmışlardır. Baskın egemen güçler ise kolluk güçlerini onların üzerlerine yürütürler. Kıyımlar yaşanır. İşçi-Emekçi örgütçü önder kişilere, kolluk güçleri üzerlerine bomba atmak gibi büyük suçlama atılıp kendileri tutuklatılır. Yapılan yargılama sonucu, önde gelen örgütçü önder kişiler ölüm cezasına çarptırlırlar. Bir yarısı da içeri tıkılı tutulur.
Yargıçlıktan gelen, o, zamanında, koşum kayışı ile babasınca dövülen vali ise, onların suçsuzluğuna göndermede bulunup bağışlamak gibi bir harekete kalkışınca, ülkenin ne kadar patron gazetesi ve onların yandaşı yazarları varsa hepsi de, şiddetli eleştiri yağmuruna tutulur. Kendileri o tutumuyla kargaşacı, mal ve can düşmanı; komünist; emekçi kesimin adamı olarak damgalanır. ABD’nin iki başlı bir çekişmesi içinde, ülke yaşantısında emekçiden, işçiden yana bir tavırla hareket ederek bir önder konumuna yükselse de, ona valilikten öte, bir makam olan başkanlık yolu, orada doğmamış olduğu için açık değildir(*). Çıkarttıkları adayları ise, seçimi kazanamaz. Şöyle ki, bundan yüz yirmi beş yıl öncesinde, bizde de kırk beş sene öncesinde görüldüğü gibi ülkenin para babaları halkın yönelimini kendilerinden yana çekmek için ortaya dev seçim bütçeleri koyarlar. Seçim gününe yakın, emekçilere gözdağı vermek için fabrikalarını kapatırlar; işçilere çıkış verirler. Bankalar verdikleri tarımsal borçlandırmalarını zamansız geri çağırırlar. Öylelikle ortalığa korku ve kaygı salarlar(**).
Seçimlerde oy kullanımında da çeşitli hilelere başvurulur; kundaktaki bebeler, küçük çocuklar seçmen yapıldığı gibi gömütlüklerde yatan(!) kişilere bile oy kullandırılır(***).
Günmüzde, kişilerin, kitlelerin, hakkını hukukunu koruyan, seçim güvenliği sağlanmış aşamaya gelinmeden nice kurbanlar verilmiş, bir bilseniz! Haklar, durduk yerde, gökten zembille, halkın, kişilerin, kesimlerin önüne inivermemiş; her bir alanda çekişme, kavga verilerek; söke söke alınmışlar.
Bizdeki o, ‘Armut piş, ağzıma düş.’ beklenti anlayışı, kökten yanlıştır; asıl onu demeğe çalışıyorum.
Gazap Üzümleri adıyla ünlü romanın yazarının sinemaya aktarılmış Bitmeyen Kavga adlı çalışmasının da geçenlerde izlemiştim. Filmin bitiş yazılarının akışında şöyle denilmekteydi: ABD’de 1,5 milyon sendikalı işçi, haklarını elde edebilmek için 2.000’den çok grev eylemi yapmıştır.
Bizde ise, yalnızca Prof. Yalçın Küçük’ün, Türkiye Üzerine Tezler, adlı çalışmasının ilk elli sayfasında o boyuta değinilir; 1919 öncesi İstanbul’unda, yüzü aşkın iş yerinde, kuzeydeki komşumuzda yaşama geçirilen devrim ateşi yansımalarıyla grevler yapılmaktaymış(!); daha ne olsun!
Yeni kurulan Cumhuriyet dönemimizde ise, işin o yönüne aman verilmeyip sekteye uğratılmış. Siz isterseniz, okuyun da inanmayın! Günümüzdeki grevlerin cılızlığına ise hiç girmeyeyim!
Herkese iyi haftalar…