NELER ÇEKTİM NELER / ALASKA’DAN HAWAİİ’YE JACK LONDON’LA UÇAK YOLCULUĞUM
Uzun bir aktarma bekleyişinden sonra Varşova’dan bindiğimiz Boeing 787 Dreamliner kapılarını kapatıyor. 11400 kilometrelik menzili tamamlamak için. 107 km. ilerledikten sonra uçağın hızı 750 km/h oluyor. Gdansk, Goteburg derken 850 km. hızla Norveç/Bergen üzerinde uçuyor ve Atlantik Okyanusu semalarına giriyoruz.
Uçağın küçük camından süzülen ışık yok oldu. Daha 8.30 saat yolumuz var. Reykjavik üzerinden Alaska’ya doğru 850 km. hızla yol alıyoruz. Güneş ışıklarını esirgemeye başlayınca bu kez dolunayın muhteşem pembe-gri ışığı doluyor içeriye.
Hudson Körfezi’nin kuzeyinde uzanan geniş Yukon toprakları, Dawson City titreyen ışıkları ile bir görünüp kayboluyorlar.
Aklıma, Jack London’ın Yanan Günışığı ( The Burning Daylight ) kitabının son paragrafı geliyor, hiç eksiksiz; “ Ve Günışığı, bir zamanlar karşılaştığı yaşlı adam gibi, elinde süt kovasıyla, batmakta olan akşam güneşine karşı bayırdan aşağı iniyordu. “
Jack London’ı anlatmaya gerek var mı bilmiyorum. Onu tanımak, bütün dünyaya gittikçe daha da yoğunlaşan bir merak duymaktır. Ömrü boyunca, başkalarına da duyurmaya çalıştığı bu merakla yaşamış, yeryüzünün herhangi bir ucunda gidip göremediği yerler ve insanlar bulunduğunu düşünmek sürekli uykularını kaçırmıştı.
Öyle ki, sadece kırk yıl süren kısacık hayatının son günlerinde bile heyecanla yeni bir Uzakdoğu gezisine hazırlanıyordu.
Anglo-Sakson genlerinden mi, yoksa yaşadığı çılgın maceralarından mı bilemem ama, ayı balığı avcılığından, istiridye korsanlığından, savaş muhabirliğinden, ciğerleri donduran soğuklarda Yukon’da, Klondike’da altın aramaya uzanan kısa yaşamında tunçlaşmış, açık denizlerde akla zarar tehlikelerin üstesinden gelerek bilgi zenginliği kadar yiğitliği ile de rüştünü ispat etmişti Jack London.
Bu nedenle de, Nietzche’nin Üstün İnsan kuramından, İngiltere varoşlarındaki aç ve yoksul insanların mekânlarına, Sosyalist Parti üyeliği ve birçok adaylık sürecine savrulup durdu.
On altı yılda tam tamına elli kitap yazmış, bir o kadar kitabı da ömrü vefa etmediği için yarım kalmıştı.
Zaman zaman, sermayenin borsa oyunlarına girmiş, kâh kazanmış, kâh kaybetmiş. Alaska’da buz üzerinde ölümüne yapılan kızak yolculukları kadar heyecanlıdır para babalığına da soyunması ve nefes kesen yaşamının sonunda hep düşlediği bir yaşamı betimler Yanan Günışığı kitabında.
Eserinde yazdığı gibi, Jack London, elinde süt kovası ile çalıştığı bir çiftliğe ve kitapları ile hemhâl olacağı bir eve sahip olabilmek için yanıp tutuşuyordu.
Yazılarından kazandığı paranın neredeyse tümünü bu arzusunu gerçekleştirmek için harcadı. Kaliforniya yakınlarında Sonoma Vadisi’nde aldığı 53 hektarlık araziyi, kısa sürede 490 hektara çıkardı ve büyük kısmı ekilmeye başlandı.
Sıra, kendi arazisinden çıkardığı taşlar ve yetiştirdiği sedir ağaçları ile yapacağı eve gelmişti. Uzun proje çalışmalarından ve inşaat faaliyetlerinden sonra, Jack London’ın Kurt Evi dediği rüyalarındaki ev bitmişti ve ertesi gün taşınacaklardı.
Gariptir, o akşam çıkan büyük bir yangında binanın omurgasını tutan sedir ağaçları kül oldu, çatısı çöktü.
Hawaii’den Alaska’ya, Japonya’dan Kanada Kızılderili obalarına yaptığı tehlikeli gezilerden başarıyla dönen London, Kurt Evi’nin çatısı ile birlikte çöktü, hayata tutunamadı ve 1913 yılında öldü.
Uçağın camından titrek ışıklarını gördüğüm Alaska toprakları beni alıp Japonya Savaşı’na, Mapuhi’nin Evi’ne, Londra’nın yarı aç yarı tok sokakta yatan insanlarına, daha doğrusu Jack London’ın eserlerine götürüyor.
65 milyon Kızılderili’nin katledildiği Nevada topraklarından geçerken, gün ışıdı, ışık içeri hücum etti ve saatlerdir beni sarıp sarmalayan büyü bozuluyor.
Huzurum bozuluyor bir anda…




















