İSMAİL’İN SEÇİMİ…
Eski mülki tanımlaması köy olan Nif-Arpacık Gedre mahallesi, orada bulunan emekli meslektaşımın belirttiğine göre üçbin dönümlük bir ovaya sahip. Bu ovanın akar suyu yok. Ne var ki, Çal Dağı’nın dibindeki bu ovanın önemli bir bölümü çayırlık alan. Birkaç metre altında su bulunuyor.
Bu çayırlık düz alanda yerleşim yok sayılır. Burada mahalle niteliğini oluşturan yerleşim Çal Dağı’nın dip yamaçlarında ve kuytuda. Ovanın çevresinde ve kıyısında da az sayıda haneler bulunuyor.
Batıdan, bu üç bin dönümlük ovayı yükseltisiyle kapatan ormanlık tepeler, sırtlar var. Onların bir yerinde de bizim baz istasyonu dediğimiz metal özellikleriyle göğe yükselip giden üç kule yapılmış. O yüzden çoğu kimsenin iletişim söz konusu mudur diye kişileri yok yere sorguladığında hiç ummadığı 4,5 G iletişiminin bile varlığı kişileri şaşkınlığa uğrattığı bir yer Gedre mahallesi.
İşte o sözünü ettiğim metal baz istasyonu kulelerinin iletişim işletiminde kalabilmesi için oraya değişim dönüşümlü olmak üzere iki bekçi dikilmişmiş. Onlardan biri de bizim o Gedre mahallemizden. Altı yıl o bekçilik, koruma işinden sonra işletmeci şirket, iki çalışanına İzmir’de görev vermeyi önerince bizim Gedreli genç İsmail, düşünmüş, taşınmış; İzmir’e gitmeyi göze alamayıp işten ayrılmış. Altı yıl sonucu oluşan kıdem tazminatını da alarak kendisine bir iş alanı yaratmayı kafasına koymuş.
Bugün o üç bin dönümlük ovaya bakıldığında naylon örtülü, üç tünelli bir sera ile dibinde yer alan geniş ve yüksek çinko levhalarla örtülü yapı göze hemen çarpar. İşte o yapı ve naylon örtülü, üç tünelli bir dönümlük seranın kurucusu, baz istasyonu(başka hangi işlevleri vardır bilmiyorum) bekçiliğinden ayrılarak kentli yaşamına direnç gösteren bir aile reisidir. Bize de tarla içlerinden-harımdan(!) gitmek koşuluyla yaz-kış orada yerleşik olan en yakın komşularımızdırlar.
Hanelerinin önünden yokuş yukarı uzanan yoldan yürüyüş dönüşü, dere yatağı da olan taşlık, engebeli, ovanın yarılmış yerinden yürüyordum ki, arkam sıra gelen sığırlara ve sahibeleri bayana yol vereyim demiştim. Benim o sıra kim olduğumu ayırt eden bayan meğerse o söz konusu İsmail’in eşi Tülay hanım oluyormuş. Aynı yolda ve aynı yerde bir başka gün de motosiklet üzerinde İsmail’e rast gelmiştim. Cuma namazına gidiyormuş. Hem öncesinde eşinden, hem de İsmail’in kendisinden yukarıdaki bilgileri edinmiştim.
Bir ara bu serayı ve çinko levhalar örtülü büyük yapıyı eşimle görmeğe de gitmiştik. Genç Tülay hanım, bizlere kendi elleriyle biber toplayıverdi. Beklersek inek de sağıp süt verebileceğini belirttiğinde beklemeyi uygun gördük. Elimizde 2,5 Lt. süt ve bir naylon torba biber için bizden Tülay hanım para da kabul etmedi. Ben de, daha sonrasında, denizi uzaktan eşimle görmeğe gitmemizin dönüşünde, her ikisiyle karşılaştığımız bir anda kitaplarımdan birini verdim.
Bütün bunları şunun için anlatıyorum; taşrada, kırsalda sürekli olarak genç kuşaklarımız kentlere akıyor; yukarıda dile getirdiğim örnek o olgunun bütünüyle tersidir. İsmail, hem orman işine el atıyor, gençliğinden gelen gücünü değerlendirerek boş kalmamaya bakıyor, hem de kendi işine özenle yumuluyor. Bu seneki ilk ekim domateslerinden külliyen zarar etmiş, hemen yeni ekim yapmak zorunda kalmış; teslim bayrağı çekmek yok. O yanıyla önemlidir. Kendilerini içtenlikle kutluyor; işlerinde de başarılar diliyorum.
İyi haftalar…