HAKÎ RENK PARKA(*), KÖYLÜ TORBASI VE DE BİRİNCİ SİGARASI….
Günümüz gençliği için deniliyor ki, memleket sorunlarına ilgisiz. Bu tanım, Özallı yıllar olan Anap yönetimi zamanında daha da belirgindi. Örgütlenme edinimine de eylemliliğe de yönelimi düşük düzeyde. Genel gidişata omuz verme ya da karşı çıkma konularında, “Gezi Eylemleri” kıyıda tutulacak olursa, beklenen ölçülerde, hiç de katılımcı görünmüyorlar, gibi bir kanı, toplumumuzda egemen. Bu kanıyı destekleyen pek çok veri sayılabilir.
Üniversite gençliğinin, eskiyle kıyaslanamayacak denli etkin olamadıkları, bir birini tetikleyen kitlesel eylem zincirleri yaratamadıklarını düşünenlerdenim. O gençliğin, özellikle 12 Eylül Askeri Yönetimi sonrası böyle bir sürece girdiğinin tanıklarından da sayılırım.
Oysa, bizim kuşağımızın gençlik dönemi, hiç de yukarıda sözünü ettiğim gibi değildi.
Her birimiz, kendisinin izlediği bir sinema filmini, okuduğu bir kitabı, ilgisini çeken bir gazete yazısını; birlikte kaldırımları ağır aksak katederken, yeşilliklerde gezinirken anlatır; o anda da söyleşisinin keyfini çıkartırken heyacanını, coşkusunu da hissettirirdi. O söyleşilerimizi bugün bile anımsar, özlem duyarım. Yokluklarımız, edindiğimiz o kültür donanımızda çok da öne çıkmaz, güzel günler göreceğimizi hayal etmeden yapamazdık. Asıl ortaya koymaktan geri duramadığımız hareket, paylaşımcı yanımızdı; erdemli olabilmek amaçtı.
TRT yayınları da, bugünkü gibi sırt çevrilen bir yayın kuruluşumuz değildi. Belli bir saat ancak yayın yapılırdı. Radyolarda ise bugün bile hakkı teslim edilecek nitelikte; arkası yarın yapımları, radyo tiyatroları, çoklu çalgı aygıtlı müzik dinleti saatleri vardı. Yabancı radyoların etkileri de az değildi. Bizim bugünkü donanımızın önemli bir yanı o yayınlardan kaynaklıdır.
Kent yüzü görmüş ya da bir süre yurtta kalmış, lise ve üzeri eğitim gören, genç kuşağımızın giyim kuşamları da vardır ki, işte orada bir durmak gerekir. Neden, diye soracak olursanız, konuyu açayım; zaten yalnızca bu boyuta değinebilmek için bunca yazı döşemeye yeltendim.
Sizler de biliyorsunuz ki, günümüzde, eskiden hiç olmayan, bir giyim kuşam tarzıyla içiçe oluverdik. Nedir o tarz demeye hiç gerek yok; hepimiz biliyor ve her gün yüz yüze geliyoruz. Hani bir okulumuzun adı sürekli öne çıkarılarak, bir giyiniş fiiliyatı yaratılmıştı ya işte o giyim kuşam tarzını artık her alanda görüyoruz. Başta yürütmenin üyeleri, seçilmiş çoğunluğun(!) eş ve kız çocukları geliyorlar. Onlardan hemen sonra da vali, kaymakam eşleri, sonrasında da müdür düzeyindeki yönetim kadrolarının eşleri… O tarz, artık olmazsa olmaza dönüştü; siz bakmayın bu kıyı kesiminin sayısal oranına; gidin iç kesimlere, değişim ne boyutta bir görün.
Onaylıyor muyum; elbette hayır.
Sivilde kimin ne giyip kuşandığına zaten bir söz dendiği yok; çok olsa hoşnutsuz bakışlar üzerlerine şöyle bir çevrilip geçilmiştir; hepsi o kadar.
Gelgelelim o sınırlar da aşıldı; kamusal alanın her yanında onlardan görülmeye başlandı; giderek de baskın konuma geliniyor.
Peki, karşıtlarının bir giyim kuşam belirginliği var mı? Ben, bu alanın boş bırakılmasını hiç de hoş bulmuyorum. Yazımın başlığında da sözünü ettiğim o tarz bir zamanlar(!) Çok yaygındı. İlgi de görüyordu. O tavır, sessizce ortaya konulan bir başkaldırı; gidişata karşı açık uyarıydı.
Yok yoksul gençlerin, memleket sorunlarıyla ilgilenenleri, o parkayı giyer; nereden öykünülmüşse o günün öne çıkan İspanyol Paçalı pantolon üzerlerinde; gösterişe kaçmadıklarını göstermek için de, kızlı, erkekli gruplarda açıkça Birinci Sigarası tellendirirdi. O, okuyan üniversite gençliğinden; kızlar, onlar gibi düşünen hemcinsleri de, yanlarında Köylü Torbaları taşırlardı.
Hoş, bugün eşimin bile yarım düzineyi aşan çantası vardır. Benimkiler de az değildir.
Diyeceğim odur ki, giyim kuşam konusunda, günümüz karşıt kuşağının; ayırt edilir, göze çarpan, yaygın, ilkeli bir duruş sergilediğini göremiyoruz. Varsa yoksa elde akıllı telefonlar, gözler de her yerde ona kilitli oluyor. Zamane işte…
İyi haftalar.
__________________
(*)
Parka, aslında pek çoğumuzun da bildiği üzere, söz ve müziği de ünlü sanatçı Cem Karaca‘nın albümünde olan, onun sesine, yorumuna özgü, destansı, ağıtsal bir şarkıdır. Sözleri de aşağıdaki gibidir.
Parka
Her akşam o köşeye asılırdı o parka
Paltoya para yok ki ondan alındı parka
Bir sabah onun sırtında çıktı gitti o parka
Dedenin üç aylıktan alınmıştı o parka
Kirli yeşil bir renkti eskiceneydi parka
Üst cebi sökülmüştü kullanılmıştı parka
Bir sabah onun sırtında çıktı gitti o parka
Parkasıyla vurulmuş yatar iken buldular
Dört hain kurşun değmiş delik deşikti parka
Baba eski tornacı gözünü çapak almış
Dede bir bacağını sakaryada bırakmış
Ananın gözü yaşlı umut ona bağlamış
Küçük kardeşi bu yıl siyasala gidecek
Paltoya para yok ki o da parka giyecek
Ananın gözü yaşlı delikleri dikecek
Bir sabah onun sırtında çıktı gitti o parka
Parkasıyla vurulmuş yatar iken buldular
Dört hain kurşun değmis delik deşikti parka