Ne kadar da çok benziyoruz mevsimlere. Sadece yeryüzüne değil, bizim içimize de geliyor kış. Biraz durgunlaşıyoruz, yavaşa alıyoruz hayatı. İnsanın yüreğine de yağıyor yağmur. Gönül saksısına diktiği merhamet çiçeğine can suyunu buluyor bu yağmurla. Her damlada filizleniyor merhameti. Şefkat oluyor, kardeşlik alıyor ortalığı sonra… Dört mevsime benzeyen beşinci bir mevsim aslında insan. Hep baharı bekleyen ama hep kışta yakalanan hayata. Kimi üşüyen bir mülteci, kimi çocukluğuna bomba atılmadan önce, babasının sıcacık kucağında merhamete sarmalanan bir çocuk, kimiyse evladına bakmak için soğuk kaldırımda ağuşunu açan bir anne. Belki onlarca yaz, ilkbahar geçecek ama onların aklında merhamete muhtaç oldukları bu soğuk kış kalacak. Onlarca ateşte ellerini ısıtacaklar ama akıllarında yüreklerini yakan bu acımasız insanlık kalacak. Sığınacak bir liman bulmanın zorlaştığı bu dünyada, merhametli bir elin uzanmasını bekleyerek, her gecenin sabahına çıkacaklar. Ve kocaman bir ağaç gibi, yüreğimize kök salan merhametimizle, onlara ellerimizi uzatarak sıcacık yüreklerine baharı biz getireceğiz.
Her şey değişecek, aşinası olduğumuz hayat yabancıya dönecek, şimdi bizi sevenler belki yarın sevmeyecek. Ancak değişmeyecek tek şey var; o da merhametimiz ile çıktığımız her yolda huzur anahtarımız olacak ve her kapı ardına kadar açılacak. Her şey unutulacak. Aşık olduğumuz yüzler, açmasını sabırla beklediğimiz kiraz çiçekleri, uğruna gözyaşı döktüğümüz dertlerimiz… Fakat unutulur mu hiç merhamet ile yapılanlar? Unutulur mu 1915 yılında, Çanakkale topraklarında yaralı ve yabancı bir askere kendi üzerindeki varla yok arasındaki tek gömleğini yırtıp Anzak’ ın yarasını sarıp kendi yarasına ise sadece toprak basacak kadar merhametli ve vefalı kahramanlar… Unutulur mu 1950 yılında, Kore Savaşı’ nda havanın -35 dereceyi bulduğu, kış mevsiminin belki de en soğuk gününde dört beş yaşlarında yere oturup feryat edercesine ağlayan kız çocuğuna merhametle ellerini uzatan Astsubay Süleyman Dilbirliği… Unutulur mu 2011 yılında, bir başına bombaların arasında kalan, bu koca dünyada yarına dair hayalleri kalmayan Suriyeli çocuklara kucak açan bizler… Mümkün değil! Yüreğinde merhameti barındıran insanları, merhameti pusulası yapıp yolunu bulanları unutmak mümkün değil! Bizlere yıllarca merhameti anlatıp aşılayan, kalemleriyle merhamete mısralarında yer verip sazlarını ellerinden düşürmeyenleri de unutmamak lazım. 1972 yılında, ‘’Şu dünyadaki en üstün kişi insanı sevendir, şu dünyadaki en soylu kişi insafa gelendir.’’ Sözleriyle insanlara el ele tutuşunca hayatın bayram olduğunu öğreten Şenay’ ı, 1979 yılında, ‘’Yaz dostum yoksul görsen besle kaymak bal ile, yaz dostum garipleri giydir ipek şal ile.’’ Diyerek yoksula merhamet etmeyi anlatan Barış Manço’ yu.
Bu gece de gönlümüze şu mısralara yaslayarak şifa arayalım; iyileşmenin sırrı yetmişlerde, seksenlerde, doksanlarda olduğu gibi günümüzde de bir gülümseyişte, merhametle uzanmış ellerde gizli. Kalbimizin ve merhametimizin soğumaması dileğiyle…