KOLLAMA
Biliyorsunuz, askerlik 20 yıl öncesine göre oldukça kısaltıldı.
Bizim dönemimize göre ise, daha da kısaltılmış oldu. Bizim babalarımızın yaptığı o, 4 yıllık askerlik dönemine göre ise bizlerin yaptığı askerlik süreci kıyaslama bile kaldırmaz. Bizler devre olarak 20 ay askerlik yapanlardanızdır.
Askerlik yapılan o fiili hizmet sürecinde, her dönem olsa gerek, özellikle bir haber çıkartılıp uçurulur; denir ki askerlik kısaltılıyormuş. Bugün değilse bile haftaya, aya kalmaz, karar da çıkartılırmış, diye ötede beride konuşulduğu olur. O haber hemen de hızla yayılır. Silah altındaki er ve erbaşların öylesi haberlere kulakları hep deliktir. Onca memleket, sıla özlemi çeken, baskı, sıkıntı altındaki geniş kitleler de olmadık yere, bir beklentiye sokulur.
Pek çoğumuzun, o tür haberlere karnı tok olsa bile, yine de içimizde bir umut kırıntısı hep vardır. O umut taşınmadan, zaten hiç yapılamaz, edilemez.
Bizim dönemimiz öncesi askerlik 24 ay idi. Bizim devrelerimiz, o sürecin 4 ayından yırtmış devrelerdir.
Benim iki oğlum da bir yılı bulmayan askerliklerini yapıp teskerelerini alıp geldiler. Küçük oğlumu çalıştığı işyeri ilgilileri bedelli olarak askerlik yaptırtmak yanlısı idiler. Olmadı, o Covid 19 kodlu bulaşıcı hastalık süreci askere alımlar ötelenmiş; asker kaçağı konumuna bile düşüp gitmişmiş. Oysa üniversite okumakta oluşu nedeniyle hep ötelenmiş bir durumu vardı. Sonunda da fiili olarak yapıp gelmesi gerekmişti. Oğlum için de iyi bir deneyim süreci olmuştu. Yabancı dili olması sayesinde bizimkisi sıradan bir askerlik de yapmadı. O fiili olarak yaptığı askerliği de sevmişti.
Bütün bunları elbet bir yerlere bağlamak için anlatıyorum.
Bir ara, aynı okul sıralarında okuduğumuz, sonrasında da her birimiz iş güç sahibi olarak, o önemimizi geride bıraktık. O arkadaşlığımızdan kaynaklı olarak da yemeli içmeli İstanbul Buluşmalarımızı gerçekleştirir olduk. Çoğunluğumuz İstanbul merkezli olunca o tür buluşmamız gerekmişti. En uzakta da bendim. Ben de o öngörülmüş buluşmamıza, en kısa ve ucuz bir gidiş olmasını yapılandırmaya bakıyordum. Nitekim otobüs ücretinin yarısına denk bir bedelle uçak yolculuğu da yaptım.
Geçeyim oraları…
O arkadaşlarımızdan birinin babası, ‘atlı ormancı’ idiler. O atları da bayağı bir semiz olur idi. Müdürleri ile de ilişkilerini iyi tutmaya bakarlardı. İlçemizden ayrılarak başka ilde göreve getirilmiş müdürleriyle iletişimi de kesmelerdi.
İşte o müdürlerinden biriyle haberleşip oğullarının askerlik yapmak üzere illerine geldiğini bildirirler. Müdürleri de müdürlüğünü yapar; yanlarına yörelerine gelen o gençleri yerleştirir, yedirir içirir, arka çıkar.
Arkadaşım anlattığı verdiğinde benim ağzım açık kaldı desem yeridir. Askerlik dönüşü de hemen bir müdürlükte işe yerleştirilmişler, ilçenin en iyi giyinen kamu görevlileri olarak boy göstermişlerdi. Adamlar merkezî yönetim yanlısı babaların oğulları; müdürler deseniz o yanı da öyle… Daha ne olsun?
Bizim o askerliğimizde yediğimiz sopanın ölçüsü mü var sanıyorsunuz?
Dişimizle tırnağımızla terfi edip o alacağımız aylık ücreti önemsiyoruz. Arkamız, destek çıkanımız mı var? Hep parasız pulsuz, çulsuz ya o boyut elbet önemli. Babamızdan harçlık gelmeyeceğini iyi biliyoruz.
Bu yaz ve sonbahar başlangıcına kadar memleketimizde kalıverince merkezî yönetim yanlısı kişilerle de oturup kalktık. Yeni dostluklarımız da oldu. Onlardan halen görevde olan biriyle söyleşirken, askerlikten de söz ettik. Yönetim yanlısı arkadaş, hiç beklemediğim biçimde konuya değinivermişlerdi.
Askerliği oldum olası kısaltmış olmakla birçok kayırmanın da önüne geçilmiş olduğundan, bilinçle söz etmişlerdi. Elbet o boyut da önemliydi. Birçoklarımızın, iyi biliyorum, eline silah bile almadan askerlik yapıp geldikleri hiç de gizli saklı değildi. Araya bildik tanıdık yetkili, etkili kişiler sokularak, el bebek gül bebek askerlik yapan, ana kuzuları olduğunu biliyoruz. Doğru mu? Elbet de değil.
Onca yok yoksul, arkasız kişilerle eşit koşullarda askerlik yapmamış olanlarla ve de aileleriyle nasıl olup da bizler uzlaşabiliriz. Kayırmacılığın dikalâsını(!) yapmış kişilerle zaten hep çatışmışızdır. O konuda çekişmemiz hiç kesintiye de uğrayamaz. Yok öyle aynı yarış başlangıç çizgisinde önde olup koşmak!
Güven bunalımı da zaten o eşitsiz olanaklardan doğar. Günümüzde o boyutun nicedir artık ayyuka çıktığı sıkça da dillendiriliyor.
İlkemiz odur ki gönençte de külfette de eşitliktir. O koşul, başat olmazımızdır. O koşulu yerine getirebildiğimiz ölçüde de bizler, iyi, güvenilir kişiler olacağız. Daha aşağısı kurtarmaz.
Geçen haftaki yazımda ucundan, kıyısından dokundurduğum o boyuta bir kısa açılım daha getirip ilişmeden edemedim işte.
Herkese iyi haftalar…