DAĞIN ÖTE YÜZÜ(*); DİNSEL BOYUT ÜZERİNE
Bundan epey bir zaman önceydi. Henüz buralara gelmemiş, memleketten çıkmamıştık. TV’de haftanın belli bir günü yayımlanan bir programı kolluyordum. Gece geç saatlerde yayımlanıyor, ben de ortalık sessizliğe büründüğünde tv. başına uzunlamasına geçip oturuyor, bombeli, 37 ekran ilk renkli televizyonumuzu izlemeye koyuluyordum.
O programda her hafta bir başka ülkenin sinema ürünlerinden örnekler sunuluyordu. O akşam beklediğim saatte kısaca bilgilendirmeden sonra söz konusu film gösterime başladı. Elimden gelse bugün o filmi birçok arkadaşıma da izletir üzerinde tartışmak isterdim. Bu şimdilik olamayacağına göre ben size kısaca aktarmaya çalışayım ki, bir hisse kapabilelim.
Kore’de, eski yıllara ilişkin bir zaman diliminde, yok yoksul bir genç, her nasılsa o çevrede etkin ve önemli konuma sahip bir manastırdadır. Orada kendini, sade, özentisiz, katı kuralları olan bir yaşamın içinde bulmuştur. Yoksul bir çevreden çıkıp geldiği için de kendisini zorlayan birçok kuralın olduğu yabancısı olduğu o yerde olup biteni yadırgamaz; sineye çekmeye bakar.
Ne varki yine o çevrede bulunan karşı cinsten kendi yaşıtı bir genç kıza da gün be gün artan bir ilgiyle tutulur. Onun bu ilgisi karşılıksız da kalmaz. Ortalığa pek açık etmeden iletişim de kurarlar.
Manastırın ileri gelen kişisi orada katı bir disiplinle işi götürdüğünden iki genç arasındaki olup bitenin ayrımındadır.
Bir de manastır çevresinden pek uzak olmayan biri vardır. O, hiçbir şeyi umursamamaktadır. Apayrı bir dünya görüşü, anlayışı vardır. Bulduğunda yer, içer; basit, kıt kanaat ve derbeder bir yaşam sürdürür. Onun diğer kişilerden ayırt edilir özel bir yanı da vardır; o iyi bir yan flüt üfleyicisidir. O çalgı aygıtını eline alıp dudaklarına götürdüğünde dünyalar onun olup çıkar; ıssız çevresine, içinden geldiğince notalara dökülmüş başkaldırısını, coşkusunu, üzüntülerini, tutkularını, dik başlığını, mağrurluğunu, yansıtır; o yolla “Felek”e de veryansın edip demediğini bırakmaz.
Yakınlarındaki derin vadinin kıyısında bir tümsek kayalığın üstüne kanatlı kuşlar örneği tüneyerek kendinden geçip gider ki, seslendirdiği o müzik dalgası titreşimlerinde açmazları, özlem, umut ve biçareliği, özellikle de yapayalnızlığı notalarla dile gelir, engin boşluğa ses olarak salınıp yayılır. O an bu görüntüler sizde de yadsınamaz bir duygusallığı ortaya çıkarır. Zaten sanatın gücü de buradadır. Çünkü bu çalınan müzik bayağı bir dokunaklı ve anlamlıdır. Coşku, hüzün, dinginlik, teslimiyet, kabulleniş, bir başına yapılan bir tapınma, ayin benzeri… gibi nitelikler içerir. Kendince müziğini çevreye yeterince sunan bu kişi sonra günlük yaşamına döner.
İşin ilginç yanı bu manastırdaki ileri gelen kişi ile onun tersi bir yaşam süren kişi birbirlerini iyi tanıyan akrandırlar. Manastırda türlü olanaklara sahip kişi ona belli günler yiyecek göndermek de ister. Bunlardan birinde de göz hapsinde tuttuğu tutku yaşayan genç kızı görevlendirir.
Ne yapacağı pek de kestirilemeyen o gizemli kişinin yaşadığı mağara da ürküntü veren izbe bir yerdir. Oraya vardığında korkudan tir tir titreyen ve ne yapacağını bilemeyen genç kız bir zaman sonra onu ötelerde, dip bucak bir yerde görür. O gizemli kişi partal giysiler içinde tedirgin edici bakışlarıyla bir süre genç kızı süzdükten sonra mağrur bir havaya bürünerek getirdikleri ile onu geri gönderir; ağzından çıkan sayılı birkaç sözle, muhtaçlığının olmadığını, söyler.
Dünya görüşleri, yaşam biçimleri olabildiğince zıt olan bu iki kişi yüz yüze yolda yolak da karşılaştıklarında da bir tuhaf olurlar; türlü olanaklara sahip ağırbaşlı görünümdeki kişiy, diğer kişi daha görür görmez alaylı bir hal alarak kahkahayı basar. Öyle ki bir zaman kendinden geçer. Diğeri ise zaten onun hal ve hareketini hiç onaylamadığından, niye bu şimdi karşıma çıktı ki, dermişçesine, ondan yana burun kıvırır; kendi kendine söylenir.
Yaşamını sürdürebilme konusunda güçlük içinde olmasına karşın, manastır yaşamını elinin tersiyle itmiş olan o derbeder kişi, karlı bir kış günü, derin vadi başında çevreye sunduğu eşsiz flüt dinletisinden sonra, kaskatı donmuş halde aşağılara düşerek yaşamdan kopar.
Bu arada da o sözünü ettiğim delikanlı ile genç kız, manastır yaşamının sınırlı gündelik sürgiti içinde ilişkilerini bayağı bir ileri boyuta taşımışlardır.
Her şeyden haberdar olan ve bu gidişattan kendi de etkilenen yönetici konumundaki dinsel kişi, bir akşam ileri bir saatte onu huzuruna çağırtır. Egemen konumuyla, kıza, boylu boyunca uzandığı yatağında kendisini silip paklamasını buyurur. Genç kız, o sözüm ona saygın kişiyi elinden geldiğince temizler paklar. Sonrasında ise o saygın dinsel yönetici, cılız ışıkta, genç kızın, karşısında anadan doğma soyunmasını ister.
Bu arada da pencereden genç kızın sevgilisi delikanlı da, olup biteni heyecan içinde, dışarıdan gizlice izlemektedir. Şaşkınlık içindeki genç kız, duraksamalar geçirse de manastırın bu katı kurallarının başı kişisi karşısında direnemeyeceğinin bilinciyle, başı önünde, mahcup bir biçimde usul usul soyunur. Tüm çekici güzelliği ile çok etkileyici olduğu açıktır. Karşısında ilk kez anadan doğma bir genç kız bedeni gören dinsel kişi, işte o anda boylu boyunca uzandığı yerinden doğrulmaya kalkışır. Yakınlarda yitirdiği o gizemli akranının her türlü puştluğu bildiğini, o an ise her şey için artık çok geç olduğunun bilincine vardığını açıkça belli eden; asıl acınacak kişinin kendisi olduğunu dışa vuran bir hareketle, bir süre önce yaşamdan kopup giden karşılaştıklarında bir tuhaf olmaktan kendini alamayan o yüzden tepki vererek kötü kötü söylendiği o çok iyi tanıdığı akranının adını haykırır. Daha sesi ortalıkta yankılanırken de o yaşlı bedeni kaskatı kesiliverir.
Sözün bütünü aptala söylenirmiş; benden bu kadar.
______________
NOT: 1-MANİSA/SOMA’DA kaybettiğimiz madencilerimiz için derin üzüntü duyuyor, acılı ailelerinin bu tanımlanamaz yürek acılarını paylaşıyor, yaralı olup kurtulan emekçilerimize de geçmiş olsun dileklerinde bulunuyoruz.
2-Bir süre aranızda olamayacağımdan eski yazılarımdan bazılarını yeniden yayımlama yoluna gitme gereği duyabilirim.
(*) “Bilinmeyen Sinemalar Kuşağı” /TRT
















