2016’YA TAŞINAN ÜLKE GÜNDEMİ…
31 Aralık 2015 akşamı yeni bir yıla kan, gözyaşı ve ölümler arasında ağır bir gündemle merhaba dedik.Ülkenin bir bölgesinde savaş hali yaşanırken, okullar kapalı, çocuklar, kadınlar ölürken, gencecik ülke insanlarının bedenleri toprağa düşerken yeni yıla girdik.
Geleceğini tümüyle Ortadoğu’daki yeni dengelerden pay almaya yönelik, içinde insan olmayan çözümlemeler üreten, şiddeti öne çıkaran, demokratik siyasal mücadeleyi sıfırlayan, reddeden Kürt hareketi,ülkenin içinde yaşadığı şiddet sarmalının artmasına neden olmakta, ürettiği terörle beraber yaşama koşullarını zorlamakta… Bu anlamda 2015 yılı tüm verileriyle ağır, kanlı bir yıldı. Suriye’de yaşanan ağır savaş koşulları nedeniyle ülkesini terk eden mültecilerinaileleriyle birlikte daha güzel bir yaşam için yollara düşmeleri ve yaban ellerde karada, denizde verdikleri yaşam mücadeleleri 2015 yılının acı sayfalarında yer aldı. Tüm bunlar yaşanırken ülkede yaşanan başkanlık tartışması ve diyanetin hayattan kopuk kadın ve cinsellik merkezli fetvaları,cuma namazı için kamudaki mesai saatlerinin ve okullardaki ders saatlerinin yeniden düzenlenmesi, ODTÜ’ye yönelik tehditler 2015’ten 2016’ya taşınan tartışmalar olarak gündemde yer aldı. 2015 yılı medyadahukuksuz tasfiyelerin yoğun yaşandığı, medyanın tümüyle yandaşlaştırılmaya çalışıldığı bir dönemin adı oldu. 2015’in son döneminde Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmaları tümüyle siyasal iktidar erki kararıydı, hukuksuzdu ve vicdanlarda asla yer bulmadı…“Kadın Cinayetlerini Durduracağız” Platformu’nun hazırladığı ve kamuoyuyla paylaştığı rapora göre 2015 yılında 303 kadının öldürülmesi haberi de takvim yapraklarında kara bir Türkiye gerçeği olarak yer aldı. Bu yazı yazılırken 12 Ocak 2016 günü yine IŞİD terörü İstanbul Sultanahmet’te 10 canın yitirilmesine neden oldu. Sınırlarını korumayan, güvenlik zafiyetleri içinde kökten dinci, etnik milliyetçi terörün at oynattığı yangın yerine dönen bir ülke…
Tüm bu süreçler yaşanırken “bu çatışmalar olmasın, sivil canlar ölüyor, çocuklar ölüyor” şeklinde insani değerlendirmelerin yapılmasının güçleştiği tehlikeli bir Türkiye iklimi oluşmaya başladı. 12 Ocak 2016 tarihli Hürriyet gazetesinde Mehmet Yılmaz Kanal D’de yayımlanan Beyaz’ın programına bağlanan kadın öğretmenin konuşmasını şöyle aktarmış: “Türkiye’nin doğusunda, güneydoğusunda neler olup bittiğinin farkında mısınız? Burada doğmamış çocuklar, anneler, insanlar öldürülüyor. Ölen çocuklara sevinen zavallı insanlar var. Biz o insanlara hiçbir şey söyleyemiyoruz, yazıklar olsun demekten başka. Bir şey daha söylemek istiyorum, kusura bakmayın. Ben öğretmenim, öğrencilerini terk eden öğretmenlere seslenmek istiyorum. Bir daha oralara nasıl dönecekler? O güzel, masum, tertemiz yürekli çocukların yüzlerine, gözlerine nasıl bakacaklar? Burada yaşananlar çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın, insan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun, artık bize el verin. Yazık, insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ölmesin.”Bu ifade oralarda yaşayan bir öğretmenin bir çığlığı idi. Burada terör örgütü övgüsü de yok. Mehmet Yılmaz, yazısında PKK’nın hendek projesiyle şimdiye kadar 190’a yakın sivil vatandaşın hayatını kaybettiğini, 11 Aralık ile 8 Ocak arasında 29 kadın, 32 çocuk öldüğünü yazısına almış. Canlı yayına bu giriş sonrası Beyaz hakkında soruşturma, kanala yönelik suçlamalar ve Beyaz’ın ve kanalının TV’lerdeki özür dilemeleri ibretlikti.
Son günlerde üniversitelerimizden 1100 akademisyen “Barış ve Yaşama Hakkı”vurgulu bir ortak basın açıklaması yaparak çatışmaların durmasına yönelik taleplerini dile getirdiler. Cumhurbaşkanı, üniversitelerimizden çıkan bu evrensel insani talebi “Vatan Hainliği” ile suçladı, mafya lideri Sedat Peker de öğretim üyelerinin kanıyla duş almakla ilgili ilginç(!) açıklamalar yaptı. Unutulmamalıdır ki üniversiteler tapu dairesi asla değildir. Üniversiteler, siyasal erkten, her türlü sektörden, dinsel cemaatlardan bağımsız olduğu oranda özerktir ve evrenseldir. Üniversiteler siyasal iktidar ile aynı görüşleri paylaşmak zorunda asla değildir, bildirideki görüşlere katılırsınız-katılmazsınız, düşünce özgürlüğüne saygılı olmamız gerekir. Üniversitelere yönelik bu tür suçlamaların ülkedeki bilim hayatını, özerkliği ve akademik özgürlükleri yok edeceği açıktır, tıpkı 12 Eylül’ün yaptığı gibi…
Çocuklar, kadınlar ölmesin demek, barışı talep etmek bu ülkede suç haline dönüşüyor, soruşturmalar açılıyor. Barışı savunmanın suç olarak algılandığı bir iklim bizi kuşatıyor. Bir korku imparatorluğu iklimi hepimizi teslim almış görünüyor,adeta vicdanlarımızı karartmamız isteniyor. Bu satırlarda her türlü teröre hep karşı olduk vehep yaşama hakkını savunduk…Her şehit cenazesi gelişinde acılara büründük, onların yoksulluklarını gördük daha da yıkıldık, kahrolduk…Ama Güneydoğu Anadolu’da ölen çocuk ve kadın haberleri geldikçe de acılara boğulduk… Buzdolabında saklanan ceset haberleri,defnedilmeyen ölümler de içimizi yaktı…Barışı savunmak asla suç olmamalı, barış insanlık vicdanının ortak talebidir…Vicdanları kaybedersek insanlığımızı da kaybederiz.İnsanlığını ve vicdanını kaybeden bir ülkede demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti asla yeşermez…
Terörün, çatışmaların yaşanmadığı, barışın egemen olduğu, özgür, demokratik bir Türkiye dileği ile…