YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR
KIYMETLİ YAZARLARIMIZ CEVAPLIYOR
www.hakanbirol.com
Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta “The Adsız” kitabıyla tanıdığımız “Selin Şafak” var.
Merhabalar Selin Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Merhabalar, Kırklareli’ de doğup büyüdüm. Çocukluğumdan beri resim ve edebiyata ilgi duyuyorum, birçok resim yarışmasında ödül aldım ve sergilere katıldım, 13 yaşımdan beri onlarca kurgu yazdım. İstanbul Üniversitesinde Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümüyle beraber Rehberlik ve Psikolojik yandal eğitimi ve Pedagojik Formasyon eğitimimi tamamlayıp birkaç yıl çeşitli sektörlerde çalıştıktan sonra evlenip Edirne’nin Keşan ilçesine yerleştim. Burada aile işine devam ederken bir yandan hiç kopmadığım resim ve yazı çalışmalarımı sürdürüyorum. 2019 yılında dijital bir platformda kurgularımı yayınlamaya başladım ve okurlardan gelen beğeniler ve bana verdikleri cesaret sayesinde ilk kitabım The Adsız’ı yayımladım. Evli ve 8 yaşında bir erkek çocuk annesiyim.
“The Adsız” kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?
ADSIZ; üç serinin ilk cildi olarak Mythos yayınevinden çıktı. Türü aksiyon, ütopik ve eksantrik bir ajan hikayesi, Milli İstihbarat Teşkilatı adına beşikten yetiştirilen bir subay tarafından ülkenin en büyük silah baronuna darbe operasyonunu anlatan bir anti kahramanın yolculuğu… Elbette içinde derin ve tutkulu bir aşk da var hem de cayır cayır. Argo, olumsuz örnek oluşturacak davranışlar ve şiddet içerir, yetişkin içerikli hatta çarpı 18 diyebiliriz. Okurların önyargılarını bırakıp gelmesi gereken sert bir hikâye.
Kitabın konusu: Gerçek manada bir adı olmayan, Milli İstihbarat Teşkilatı mensubu, beşikten yetiştirilen özel kuvvetler subayı Adsız, gönderildiği son görevde, Orta Doğu’da bir ülkede büyük bir suikast düzenler ve yaralı olarak kurtarılır. Kendisini yetiştiren Amiri Saygın Efe tarafından Adsız’a yeni bir görev verilir. Hayatı boyunca ülke sınırlarında ve yurtdışındaki cephelerde savaşçı olarak bulunan Adsız, ilk kez bir metropolde, sahte kimlikle bir çeteye sızıp muhbirlik edecektir.
Ülkenin en varlıklı işadamlarından Akif Yavuzhan, görünürde bir futbol kulübünün başkanıdır fakat birçok yasadışı faaliyet sürdüren karanlık bir adamdır. Bu işadamının silah kaçakçılığı faaliyetlerini kati bir darbeyle sona erdirme görevi, MİT’e bağlı özel bir birim olan Batık-3 Karargâhının sorumlusu Saygın Efe’ye verilmiştir. Saygın, daha önce yanına sızmaya çalışan tüm muhbirleri deşifre eden zeki ve kurnaz işadamı Akif’in, yasadışı işlerini bitirmek için sekiz yıl boyunca ilmek ilmek çalışıp tüm planını, en güvendiği subayı Adsız’ın üzerine kurmuştur.
Hikâyenin devamında dâhilikle delilik sınırlarında gezen, narsist, hiperaktif, küfürbaz ve tuhaf istihbarat subayı Adsız, onu kundağında bir günlük bebekken yetimhane kapısına bırakan öz ailesini ve gerçek adını bulma yolculuğunda, ummadığı bir kadından gelen ipucunun peşinden gider. Bir yandan Akif Yavuzhan çetesini çökertme operasyonu sürerken bir yandan varoluş sırlarının peşinde akıl almaz manevralarla şeytana çelme takan anti kahramanımız, hayatının kadını ile tanışır. Yolculuk adamı iyileştirirken kadını önyargılarından sınar…
Aksiyonu bol, heyecan dozu hiç düşmeyen, her sayfasıyla cayır cayır el yakan The Adsız, evinize konuk edeceğiniz en tehlikeli misafir, onunla tanışmaya hazır olun.
Roman yazmanın en zor yanlarından biri de kurguyu baştan sona tutarlı bir şekilde sürdürebilmektir. Sizin eserinizdeki olayların gerçek hayattan alınmışlık düzeyini nasıl yorumlayabilirsiniz?
Roman yazmanın pek çok zor yanı var fakat kurguda tutarlılık denince bu kısım hayal gücü, duygu yoğunluğu ve kalem yetkinliği gibi öğelerden ziyade matematiksel bir denklem demektir. Bazen yola sadece bir kahramanla başlarsınız sonra mekânlar, olaylar, diğer karakterler gelir ancak yolun sonunu göremezsiniz; kurgu, hikâyeye göre yazdıkça gelişen bir süreçtir ve kurguda tutarlılığı sağlamak için defalarca başa dönüp aynı yolu yürümek, denklemin sağlamasını yapmak gerekir. Yazmak, silmek, kurgusal alemde yaşıyor hissiyatıyla hikâyenin içine girmek de bu sürece dahil.
Kitabın başında gerçek kişi kurum ve olaylarla ilgisi yoktur ibaresi bulunuyor ancak bu bir formalite. Suç dünyasının, karanlık işlerin, derin devletin ve ütopik düzeyde gelişmiş bir proje çocuk olan Adsız’ın maceralarının, kurgusal düzlemde gerçek hayatla ilgisi yoktur desek de, öte yandan komplocu bir bakış açısıyla baktığımız zaman belki de çok ilgisi vardır. Siyaset komplosu ve askeri kurgu sevenler zaten Adsız gibi elit istihbaratçıların, tarih boyunca bütün imparatorluklar tarafından özenle seçilip devletlerin kirli işlerinde maşa olarak kullanıldığını bilir ve kabul eder. Adsız’ın bu kurguda gerçekle bağı; ayaklarının yere sağlam basan yiğit bir Angara bebesi olması, ağzı bozuk, esprili, vurdumduymaz, narsist, tez canlı kişiliği ve köksüz olarak yaşamanın duygu dünyasında bıraktığı derin travmaları görebilmemizden geliyor. Kahramanın kendi diliyle ifade ettiği üzere; ‘Eklenen bir sürü robotik şeyin dışında eksilenler de var ve eksilenler genellikle insanlığa dair…’ Sonuç olarak öznesi insan olan herhangi bir şeyin gerçekle bağının tamamen koparılabileceğinden söz etmek hiçbir hayal dünyasına sığmaz.
Yazmanın sizdeki tarifi nedir? Bize bunu biraz anlatır mısınız?
Yazmak dolmaktır, dolmadan taşılmaz sözünü kendi yazın yolculuğumda düstur edinmiş biriyim. Yazmak benim için bir hobi veya para kazanılacak bir iş değil, ben yazmaya mecburum. Kafamın içi hikâyeler ve hiç tanımadığım kişilerle dolu, onları yazıya dökmezsem herhalde deliririm. Yazmanın çok boyutlu bir kişilik bölünmesi olduğunu düşünüyorum, aynı bedende birçok farklı karakterle, hiç gitmediğiniz şehirlere ve hiç bilmediğiniz tarihlere seyahat ettiğiniz paralel evrenlerde, gerçek kişiliğinizle alakasız olaylar yaşıyorsunuz ve bunu yazıya aktardığınız anda sizin kanınız ve terinizden mürekkep olan bir eser meydana geliyor. İnanılmaz güçlü bir dürtü ve armağan bu.
En çok hangi tür kitapları okuyorsunuz ve hangi yazarları takip ediyorsunuz?
Her türde okurum diyemem çok seçiciyim fakat kendi biyolojik ritmime uygun şekilde bir okuma sürecim oluyor. Hayatımda mihenk taşı kabul ettiğim bazı klasikleri mesela kendi hazır bulunuşluk düzeyimle anlamlandırıyorum, okumuş olmak için okumuyorum, bir kitapla yıldızım barışmadıysa elimde sürüklenmesi yerine hemen başka bir kitaba geçiyorum. Sırf edebiyat okuyor desinler diye 6 ay boyunca elinde aynı kitapla iş yerine gidip gelen göstermelik okurcukları sevmiyorum. 6 ay sürüklenen bir kitabı elinde gezdirmek bana göre gösterişten ibaret ve kitap bir aksesuar değil, hava atmalık marka bir çanta veya saat değil. Okuyup anlayabildiğim, o anki ruh halime uygun her türü okuyorum. Elimde her zaman aynı anda devam ettiğim en az üç kitap bulunur, örneğin biri yazdığım kurgu ile ilgili araştırma yaptığım bir kaynaktır; biri yeni kitabı çıkan bir arkadaşımın romanıdır; biri iş yaparken sesli kitap olarak takip ettiğim bir polisiyedir; bu tarz çapraz okumalar yapmayı ve aynı anda yazmayı çok doyurucu buluyorum, nitekim kitaplarla sarmaş dolaş yaşıyorum.
Okumayı en çok sevdiğim tür kurgu kitaplar; polisiye, fantastik ve tarihi kurgu severim. Kişisel gelişim ve durağan psikoloji kitaplarını hiç sevmem.
Takip ettiğim yazarlar ise yerli olarak Zülfü Livaneli ile Orhan Pamuk kesinlikle baş tacımız olan çok büyük üstadlar, yabancı yazarlardan Jean C. Grange’ı çok seviyorum ve yeni kitap çıkarır çıkarmaz hemen alırım. Ayrıca ilk kitabı çıkan yazar arkadaşlarımın da çalışmalarını takip edip destekliyorum, yeni yazarları da okuyup anlamak ve kalemlerinin ilerleyişini görmek bana keyif veriyor.
Yazmak başlı başına cesaret isteyen bir iştir. Yazmak isteyen ama nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için önerileriniz var mı?
Yazmak cesaret isteyen bir iş mi emin değilim, bence bir varoluş biçimi. Ben elime ilk kez kalem aldığımda ne yaptığımın farkında bile değildim, yazıyordum ve hiçbiri gerçek değildi, bu biraz korkutucuydu, sanırım çok küçüktüm ve bende bir bozukluk olduğunu zannediyordum. Şimdiki gençlerin farkındalığı daha yüksek ve daha iyi imkanlara, internete sahipler, kendileri gibi olan kişilerle dünyanın neresinde olursa olsun buluşma ve yazdıklarını okutma imkanları var. Onlara tavsiyem her türde okumaları, klasikleri ağır bulsalar bile mutlaka cebe koymaları. Yazmak için en büyük referans okumaktır, sonra gezmek, yeni deneyimler yaşamak, yeni insanlarla tanışmak ve algıları açık olmak… Örneğin kendi odasına kapanıp eve gelen misafire hoş geldin demeye bile çıkmayan bir genç, çok şey kaçırıyor olabilir, herkesin farklı bir öyküsü olduğunu ve hiç ummadığı bir akrabasından bile feyz alabileceğini dikkate almalı. Bir mimik veya jestin, bir tikin veya bir giyim tarzının hangi öyküde hangi karaktere ilham olacağını bilemeyiz, bir de bakmışız belleğimiz, yazarken ufacık bir detay üzerine bize şahane paragraflar sunmuş…
Ülkemizdeki okuma oranları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Gözlemleriniz doğrultusunda genç nesle bakış açınızı özetleyebilir misiniz?
Ülkemizdeki okuma oranlarını yeterli bulduğumu söylemek gerçekle bağdaşmaz. Okuma oranları maalesef çok düşük fakat çok ilginç bir şekilde yazma oranı çok yüksek, yazdığı için okuyanlar ve hiç okumadan yazanlar bu kısıtlı okur kesimine dahil. 40 yaş üzeri yetişkinler özellikle erkekler neredeyse hiç okumuyor, hayatında eline kitap almamış onlarca tanıdığım var ve bunlar üstelik ‘en son Cin Ali okudum’ diyerek kendileriyle kıvanç duyuyorlar. ‘Okumuyorum ve eksikliğini de hissetmiyorum’ gibi bomboş bir kibirliliğe karşın Ölü Ozanlar Derneğindeki ünlü replikle cevap vermek elzemdir; ‘Ama biz hissediyoruz Bay Anderson…’
Okuyan insanla okumayan insanın hayata bakışı, başının dolu başaklar gibi eğik oluşu, adabı, oturması kalkması, empati yeteneği her alanda kendini belli ediyor. Malesef okumayanların eksikliğini toplum olarak geldiğimiz noktada derinden hissediyoruz.
Gençler, okuma oranında daha umut verici, hangi tür ilgilerini çekiyorsa manga olur, romans olur, genç kız edebiyatı olur, fantastik olur fark etmez, bir şekilde okumaya başlamaları çok değerli. İnternet oyunları, sosyal medya, tiktok batağında zaman tüketecekleri yerde okuyorlar, genç yazarların fan grupları var, imza günleri dolup taşıyor, bu çok güzel bir manzara bence. Üstelik gençlerin farkındalık düzeyleri çok yüksek, eleştirel düşünme becerileri gelişmiş ve okuduklarını salt keyif verici veya didaktik diye ayırt edip buna göre listeler oluşturabiliyor, sırf duyar kasmak için boş konuşmuyorlar, taşın nerede ağır olduğunu anlayıp gerektiğinde gediğine koyacak kadar cesurlar.
Değerli Selin Hanım, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…
Benimle röportaj yaptığınız için ben teşekkür ederim, ülkemizin cennet köşesi Fethiye’ye selamlar ve kucak dolusu sevgiler…