NEDEN İBADET EDİYORUZ?
Kâinattaki varlıklar, cansız, bitki, hayvan ve insan olmak üzere sıralanır. Bu dizilişte en yüksek mertebe insanındır. İnsan, diğer varlıkların hemen hepsinin özelliklerini taşımakla beraber, akıl, fikir, kalb ve şuur gibi kıymeti ölçülmeyecek nimetlerle de süslenmiştir. Bu özelliğiyle de mahlûkatın en şereflisi ünvanına sahip olmuştur.
Yüce Rabbimiz insanı sadece yokluktan varlık âlemine çıkarıp en yüksek mertebede yaratmakla kalmamış, vücut ve hayatın devamı için verdiği midenin önüne geniş bir yiyecek ve içecek sofrası kurmuştur. Bu kâinat sofrasından istifademizi sadece maddi midenin lezzetiyle de sınırlandırmamıştır. Göz, kulak, akıl, şuur, hayal ve kalb gibi duygu ve organlar sayesinde görünen ve görünmeyen birçok âlemleri de önüne sermekle, biz insanları adeta kâinatla bütünleştirmiştir.
İnsanlığın en mükemmel örneği ve en yüksek modeli olan İslamiyeti biz Müslümanlara ayrı bir nimet olarak vermiştir. İman nurunu ihsan etmekle, önümüze hidayet ve saadet yollarını açmıştır. Bizi en büyük muhatabı olan, âlemi kendisinin yüzü suyu hürmetine yarattığı Peygambere (s.a.v) ümmet olmakla şereflendirmiştir.
Yüce Rabbimiz, bu büyük nimetlerden başka saymakla bitiremeyeceğimiz, içinde yüzdüğümüz halde pek çoğundan habersiz olduğumuz daha birçok nimet ihsan etmiştir.
İyilik edene teşekkür etmek, ikram edene karşı minnet duymak insan tabiatının bir gereği olduğuna göre, bütün bu nimetler, elbette bir şükür ve minnet ister.
İşte hayatı veren ve hayatı rızıkla davam ettiren, birçok duygu ve hissiyatla donattığı vücuda geniş bir kâinat sofrası açan Yüce Rabbimiz, bu kadar sayısız nimetlerine karşılık, insandan teşekkür olarak ibadet istiyor.
Aslında, bir şükür manası taşıyan ibadet, kâinatın yaratılış sebebi, gayesi ve neticesidir. Bunun içindir ki, Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerimde, çok tekrarla kullarına şükür ve ibadeti emreder. Mesela, şu ayeti kerime ile verdiği nimetlerden bazılarını sayar ve bunun karşılığında ibadet edilmesini isteyerek şöyle buyurur.
“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, takvaya eresiniz,”
“O Rabbiniz ki, yeryüzünü size bir döşek, gökyüzünü bir kubbe yaptı. Gökten de size bir su indirip onunla türlü meyvelerden ve mahsullerden size rızık çıkardı. Öyleyse bile bile Allah’a eş ve ortak koşmayın.” (Bakara suresi 21–22)
Yüce Rabbimiz, “ Cinleri ve insanları ancak bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat suresi 56) ayetiyle de, insanın yaratılış gayesinin ibadet olduğuna dikkat çekiyor.
Şu ayet-i kerimeyle de insanlardan hem nimetlerine teşekkür etmelerini, hem de sadece kendisine ibadet etmelerini istiyor.
“Artık Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal ve temiz olarak yiyin. Allah’ın nimetlerine de şükredin, eğer yalnız Ona ibadet ediyorsanız.” (Nahl suresi 114)
Başka bir ayet-i kerimede ise ibadetin bir yaratılış borcu olduğu ve bundan hesaba çekileceğimiz ifade edilir ve şöyle buyurulur:
“Hem bana ne oldu ki, beni Yaratana ibadet etmeyeyim. Şunu iyi biliniz ki, hepiniz Ona döndürülecek ve Ona götürüleceksiniz.” (Yasin suresi 22)
Buraya kadar söylediklerimizi şöyle özetleyebiliriz: İbadet bir yaratılış borcudur. Daha evvel verilen nimetlere bir fiyat ve şükür ifade eder. Yoksa verilecek bir nimetin ve mükâfatın karşılığı değildir. Yani biz ücretimizi peşin olarak almışız. Bu ücrete karşılık hizmetle ve ibadetle vazifeliyiz. Bu hizmet ve ibadetimizin müddeti ise hayatımızın her hangi bir bölümü değil, ömrümüzün tamamıdır. Nitekim bununla ilgili bir ayet-i kerime şu mealdedir:
“Gelmesi muhakkak olan ölüm sana erişinceye kadar Rabbine kulluk et.” (Hicr suresi 99)
Allah’ın bizim ibadetlerimize ihtiyacı yoktur. Bazı insanlar, “Cenab-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var?” diyerek ibadete yanaşmıyor. Oysa Cenab-ı Hakkın kullarına ibadet etmelerini istemesi –hâşâ- buna ihtiyacı olduğu için değildir. Cenab-ı Hak, değil insanların ibadetine, hiçbir şeye muhtaç değildir. İbadete ihtiyacı olan asıl bizleriz. Çünkü manen hastayız. Bu manevi hastalığımız ancak ibadetle tedavi edilir.
İnsanın, “Allah’ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var?” demesi, bilgili ve şefkatli bir doktorun hastasını iyi edecek bir ilacı içirme hususunda yaptığı ısrara mukabil, hastanın, “Senin ne ihtiyacın var ki, bu ilacı içmem için ısrar ediyorsun?” demesi gibi manasızdır. Evet, ilaca doktorun değil, hastanın ihtiyacı vardır. Israr etmesi kendisinin değil, hastanın faydası içindir.
Allah’ın Selam’ı, Rahmeti, Mağfiret ve bereketi üzerinize olsun…