Özgecan Aslan, 11 Şubat 2015’de adice katledilmişti. Ülkeyi sarsan bu olaydan sonra aynı yıl 303 kadın daha öldürüldü. 2016 yılında 328, 2017 yılında 409, 2018 yılında ise 420 kadın daha savunmasız bir şekilde hayattan koparıldı.
Özgecan’ın ardından tam beş yıl geçti. Yüreklerdeki derin infial giderek soğudu hattâ unutuldu. Kentimizde inşaa edilen Özgecan Parkı’nın yıpranmaya, zamanın tahribatına teslim olmaya başladı.
O derin nefret günlerinde can acısı ile yazdığım yazı, aradan geçen beş yıla ve vahşice öldürülen 1500 kadına rağmen, katillerin ruhsal çarpıklığını turnusol kağıdı belirliyor hâlâ kanaatimce;
***
Bir kelebek kadar hassas CioCio San yani Madam Butterfly’in betimlendiği aynı adı taşıyan operada bir replikde şunu duyarız; “ dünyayı küçük penisli adamlar yönetir. “ İşin toplumsal, siyasal boyutuna bakıldığında haklılık payı var gibi geliyor. Kanaatimce bu eziklik duygusu, tüm değerlerin önüne geçerek narsisizm’in, şiddetin, giderek kan ve gözyaşının nedeni oluyor.
Özgecan’ın, ülkeyi ayağa kaldıran, evlerimizi cenaze evine, ruhlarımızı karabasan mekânlarına çeviren katlediliş haberleri arasında anımsadım Puccini’nin Madam Butterfly operasını. Zira, bu anlamsız görünen cümle, dünyada var olan zulmün kilidini açıyordu sessizce.
İktidar ve güç kavramları aynı şeyler değil elbette. İktidar sahibi olmak güçlü olmayı gerektirmiyor. Hayatın her anlamında iktidarsızlık, biçimsel değerlendirmeleri aştığımızda karşımıza, yaşanılan travmaların, kötü geçirilmiş çocuklukların ve tatminsizliklerin, şiddete, tecavüze ve istismara dönük yüzü olarak çıkıyor.
Kadına yönelik şiddet ya da ırza geçme ile iktidar sahibi güçsüz erkekler arasında hiç şaşmayan bir bağlantı olduğunu sadece psikologlar söylemiyor, gazete sayfaları şamar gibi çarpıyor gerçeği.
Genç bir kıza rızası hilâfına, bir minibüs koltuğunda tecavüze yeltenmenin bu doğruların ışığında ve ötesinde de pek çok izahı var kanımca.
Günümüz hızlı yaşamı ve insanların yalıtılmışlığı, güzelliklerden, hazdan, şiirden, sanattan uzaklaştırılıp tek boyutlu insanlara dönüştürülmesi projeleri, her alanda yoksunluklar yaratıyor. Freud ve ardılları psikanaliz ve terapi seanslarında hastalarına cinsel beraberlikleri esnasında ve sonrasında yaşadıkları duyguları sorarlardı. İnsanın iç dünyasını, iç zenginliğini ele veriyordu bu itiraflar. Şimdilerde verilen cevaplar çok kısa; “ yattık, beraber olduk. “
Ne diyordu vamp yıldız Nicole Kidman, “ Gözler Tamamen Kapalı “ adlı fantezi filminin finalinde, “ şimdi yapabileceğimiz tek şey kaldı; düzüşmek “ ( affınıza sığınıyorum M.D ). Filmi anımsarsanız anlamını, zenginliğini yitirmiş, boyutları daralmış boşluğa düşmüş hayatlarına, tükenmiş evliliklerine ilaç olarak sığındıkları akla zarar fantezilerde de sığ yaşamlarını zenginleştirememiş, içlerindeki boşluk daha da büyümüştü.
Özgecan’ın katilinin gözlerine bakarken, bir minibüs koltuğunda murat eylemenin, sadece ve sadece hayvani içgüdülerinin yansımasını yani yaşayamamışlığın, tatminsizliklerin, güçsüzlüğün iğrenç ifadesini gördüm. Donanımsız ve sığ, mide ve bağırsaklardan ibaret bir hayatın anlamsızlığını yansıtıyordu.
Yaradılış’ın belki de en erdemli, en doruktaki eylemi olan, iki kişinin sevişmesinin derin anlamını tanı(ya)mamış olmanın korkunç bönlüğünü okudum hayvansı gözlerinde…