Geçtiğimiz Pazar günü bir etkinliğimiz vardı. Etkinlik için Çalış’taki Kıl Çadır olarak bilinen yeri uygun bulmuştuk. Orada toplanılacak, bir araya gelinecekti.
Ben de etkinliğimizi zeginleştirmek, daha bir renkli kılmak için, çıktığım kahve ortamında sıklıkla görüşüp konuştuğumuz Recai Şahin eğitimcimizle birlikte gitmeyi kararlaştırmştık. Bir de ADD‘nin kermesinde tanıştığımız, zamanında; eski Doğan Medya Grubu‘nun, nitelikli, haftalık yayınlarından biri olan Focus Dergisi’nde çalışmış ve o yayının son çıkarılan sayısına dek oluşumunda yer almış İrfan beyle orada buluşmayı kararlaştırmıştık. Bizim Edebiyat Grubumuz ile orada ilk kez buluşup tanışmış da olacaklardı. Böyle bir hareket belirlemiş idik.
O Pazar sabahı aracımla yola çıktım. Önceden konuştuğumuz gibi eğitimci Recai büyüğümüzü evinin önünden aldım.
Çalış‘a vardık. Aracımı bir gölgeliğe çektim. Yürürken önüm sıra hiç de hoş olmayan bir çöp dürümünü, görünce, eğilip onu yerden aldım. Sarıp sarmalanmış bir bebek bezi idi. İlgili yere atılacağı yerde ortalığa bırakılmıştı. Onu az ileride olan çöp bidonuna attım.
Kıl Çadır’ın önüne doğru dolaştık. Oraya bizden önce yabancı birileri daha gelmişlerdi. Aralarında sürekli konuşuyorlar, birbirlerine kendi dillerinde, benim de az buçuk anladığım günaydın, merhaba, diyorlardı. Kıl Çadır’ın masaları yanındaydılar. Onların da, bizim düşündüğümüz gibi bir araya gelmeyi önceden düşünmüş oldukları çok açıktı. Derken sayıları giderek arrtı.
Bizim arkadaş grubumuzun öncüleri de denizi, kumsalı iyi gören kapalı bölümde yerlerini almışlardı. Onlara merhaba deyip eğitimci büyüğümle biz, dolaşmayı sürdürdük.
O sabah, orada, birlikte kahvaltı yapacağını öngördüğümüz yabancılar, bir de baktık ki, kumsala inmişler. Ellerine aldıkları, geniş, çöp torbalarına, ortalıkta gördükleri ne varsa onları doldurmaya yönelmişlerdi. Sayıları on-onbeş gibiydi. Onlardan sonra, başkaları da gelip hemen de aynı yönde işe koyuldular. Aralarında beş yaşına bile gelmemiş çocuklarına da çöp tolama eyleminde bulunmaya yönlendiriyorlar, küçüğün her bir çöp alışına da övgüler düzüyor; onu sevince boğuyor, örnek bir katılımcı olduğuna inandırmayı amaçlıyorlardı.
Bu, yabancıların bizi hiç de şaşırtmayan bir tavrıydı. Daha önceleri de bireysel benzer harekette bulunanları ulusal basın-yayının haberlerine yansımıştı. Asıl şaştığım, onların, benim gözümün önünde, birlikte kahvaltı yapacaklarmış gibi bir hal sergileyip sonrasında da topluca çevre temizlğine yönelmiş olmalarıydı.
Onlar, halk kumsalı niteliğinde olan açıklıkta, çevre temizliğine girişip öteye, Şat Burnu’na doğru ilerleyip gitmişlerdi. Biz de Recai eğitimci büyüğümle birlikte artlarından bakakalmıştık. Elbette biz de hem içimizden, hem dilimizden, bravo bu yabancılara, deyip duruyorduk.
O gün, Kıl Çadır’da, sayıları otuz kişiye ulaşan edebiyat grubu ilgililerimizei eski milletvekillerimizden, zamanında TRT Kültür Programı yapımcılarından biri de olan Sami Gökmen büyüğümüzün özgeşmişi, eski bir sağlık çalışanı aynı zamanda şiir kitapları sahibi Emine Çakır hanımefendice okunup dile getirildi. Ardından da söz, elbet eski vekilimizdeydi. O, dinlediğimizde hepimizi hep şaşırtageldiği Nazım Hikmet’in, Kurtuluş Savaşı’mıza, mahpus damlarında yattığı günlerine, kaçıp gittiği yurt dışından yurduna duyduğu derin özlemlerine ilişkin şiirlerini, ezberinden coşkuyla okuyuverdiler. Nazım’a ilişkin yaşam öyküsünü de dillendiriverdiler. Eski vekilimiz, bu kez benim de hep esksiklik olarak tanımladığım Nazım’ın Komünist yanına bir güzel değiniverdiler. Eski vekilimiz, bu kez Nazım‘ım o yönüne bayağı bir vurgu yaptılar.
Ekinliğimizin temel içeriği; o gün orada, eski vekilimizin yazmış olduğu iki kitabının imza günü yapılacaktı.
Nitekim, Sami Gökmen bey, sevgili eşinin de hazır bulunduğu o toplantımızda, vekilliği döneminin öne çıkan anılarından yola çıkarak yazdığı Derin İzler ile yeni hazırlayıp kitaplaştırdığı Cumhuriyet adlı çalışmalarını, o gün oradaki grup üyelerimize, karşılık beklemeksizin imzaladılar.
İşte o Pazar gününe ilişkin orada gördüklerimden bayağı bir etkilenmiştim. O yabancıların çevre temizliği hareketleri ise aklımda daha bir anlamlı yer etmişti. O yüzden bu yazı konum böyle oluştu; değinmeden edemedim. O yabancıların, yurtseverlik konusunda bize ders verdikleri açıkça ortadaydı.
İyi haftalar…