ÇOCUKLUĞUMA VE HALA ÇOCUK KALANLARA
Çocukluk her yönüyle güzel olan bir mutlu masaldı benim için. Her ne kadar anne babamıza bağlı olsak da o zamanlar sanki daha özgür ve daha cesurduk. Dünya bu kadar soğuk değildi. Herkes yüreğiyle gülerdi o zamanlar. İnsanlığa dair, yaşımın aksine büyük umutlarım vardı. Hayallerim parmaklarımın ucunda yeşillenen tarlalardı. Penceremin önünden başlardı gökyüzü ve toprak. Her kirpiğimden bir kuş uçardı. Bahar kalbimde başlayan bir dünyaydı. Kimse kendini geri çekerek yalnızlığını tartmazdı. Kimsenin önemi rütbesinden, zenginliğinden gelmezdi. Gülümsemek değer katardı insana. Sokaklara taşan oyunlarımdı çocukluğum. Belki de sokaklara taşan son çocuklardık. Boya kalemlerimle renklendirdiğim dünyam sadece körebe oynarken kararırdı. Kaçtığım tek şey saklambaçtaki ebeydi. Lojmanlar, apartmanlar o zamanlar betonu değil çokça arkadaşı simgelerdi. Tek tek zillere basarak oyun arkadaşı topladığımız çocuk bahçeleriydi, biz oynarken balkondan bizi seyrederek sohbet eden annelerimizdi apartmanlar. Sokağın karşısındaki bakkal amcaya bağırarak verdiğim sipariş, patlayan şeker, sürpriz yumurta, pamuk tarlası, üçgen peynir, üzerime suyunu akıttığım şeftali, ailecek gittiğimiz Zeytinli Park, deniz kenarı dondurmacıları, kocaman bir mutluluktu benim çocukluğum. Ardıma baktığımda gülümsediğim kocaman bir mutluluk…
Çocukluk insanın kendini, karakterini, benliğini şekillendiren bazen kocaman bir yara bazense güzel bir anıdır. Ben çocukluğumu düşündüğümde aklıma ilk gelen anı; babamın küçücük elimi kocaman eliyle tutarak beni parka götürmesidir. O zamanlar da şimdi olduğu gibi salıncakları çok severdim. Parka gidince boş salıncağı kapmak için elimi babamın parmaklarından sıyırıp saçlarımı savura savura koşardım. O salıncağa oturduğumda babama büyük bir galibiyetle gülümserdim. Babam beni salladıkça sanki küçücük parmaklarım bulutlara daha da yaklaşırdı. Rüzgar yüzüme öyle bir çarpardı ki gözlerim kırpışıp dururdu. Sanki biraz daha hızlansak bulutlara dokunabilecektim. Babam her boş zamanında, her fırsatında beni götürürdü o parka. Çok salladı beni o salıncaklarda. O kadar çok salladı ki sanki dünmüş gibi hatırlıyorum. Bu arada ne zaman boş bir salıncak görsem hala sallanmak için koşarım. Büyüyemedim bir türlü. Bence insan hiç büyümemeli. Büyüdükçe her şeyi elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Sadece fiziksel olarak büyütmüyoruz kendimizi. Öfkemizi, nefretimizi, hırslarımızı da büyütüyoruz.
Çocukluk insanın yüreğinde silinmeyen bir izdir. Bazen işitilen bir azar bile öyle işler ki insanın yüreğine yaşı kaç olursa olsun unutamaz. Bazense güzel bir cümle onunla beraber büyüyen bir çiçektir. Çocuklar, anne babalarının birer kopyasıdır. Ebeveynler ne verirse çocuk onu alır, ebeveynler ne yaparsa çocuk onu taklit eder. Bu noktada anne babalara büyük bir görev düşüyor. Çünkü hiçbir çocuk yara alarak büyümemeli ve taşıdığı bu yaraların izlerini de ilerde kendi çocuklarına yansıtmamalı. Çocukluk her yetişkin için dönüp baktığında gülümsediği bir anı ve hala içinde bir yerlerde beslediği bir mutluluk olarak kalmalı.
Bu dünya elinde fırçasıyla resim yapan çocuklar olduğu için renkli. Bu dünya çocuklarla ve hala çocuk kalanlarla güzel. Her ne kadar büyürseniz büyüyün ama içinizde büyümeyi unutan çocuğu ihmal etmeyin.