KURT, KIŞI GEÇİRİR, AMA
YEDİĞİ AYAZI UNUTMAZ.
Bayağı bir duyarlı biri olmalıyım. Çevremdeki onca kişiler ne tür düşünürlerse düşünedursunlar, ben yine de kendimce, gidişatı dert, tasa eder, ilkesel olarak kayıtsız kalmamaya bakarım.
Dava güdücüsüyümdür dava…
Kendilerini kapıp koyuvermiş kişileri gördükçe dudak bükmeden edemem.
Elbet, kararlı birileri olmak herkese göre değildir. Geniş toplum kesimleri de çeşit çeşit bireylerden oluşuyor; hiç bilmez olur muyum?
Benim tavrım ise, bir huy özelliği işte. Benimkisi arsızlığa, yüzsüzlüğe, karşı karşıya geldiğim temel çelişkilere(!) ille de kayıtsız kalamamak. O boyuta odaklanışım yakamdan hiç düşüvermez.
Yeni çıkarttığım bir kitabım var: “KUZGUN DA DEĞİL KUNDUZ DA(*)” Epey bir zamandır üzerinde durduğum bir çalışmamdır. Bildiğim, tanığı olduğum o bütün yaşanmışlıkları bir bilinçle kayda geçirmiştim. Geldiğim bilgi, yargı donanımımla onların bir güzel açılımını, yapmış, gün yüzüne çıkartmış, akıl süzgecimden geçirmiş; tartmış, ölçmüş, biçmiş, sonra da hesaplı bir kalıba dökmüştüm. Onca yaşanmışlığı dile getirebilmek için ille de değişik bir bakış açısı getirmem gerekliydi. Başat yanı zaten de o boyut idi.
O kurgu tasarımım ile çalışmam hızla ivme kazanacaktı. İşin orasını iyi biliyordum.
Sonuçta o çalışmam bayağı bir kapsam genişliğine varmış gitmiş, tuğla gibi bir boyuta ulaşmıştı. Artık ele, avuca sığmaz büyüklükte idi. Ha dediğimde, neleri ne kadar ele aldığımı görmem zaman alıyordu. Açıkçası o ölçüt boyunları ilgi çekici bir nitelik kazanmıştı. O yüzden de elimden çıkartıp bir türlü baskı aşamasına yönelemiyordum. Zaten de güncel hesaplar iyice zıvanadan çıkmış, altüst olmuştu.
İşin hesabında değilken bir dostum hiç ummadığım arka çıktı. Çalışmamı baskı için gönderdim.
İyi de aylar geçip gittiği halde baskı aşamasına gelemiyorduk. Oysa ilk ay için olağandır, demiştim. Sonrasında ise e postası yazışıp durduk. Düzeltmen boyutu ile baskı kabul oluru konusu çok zaman almıştı.
Düzeltme içeriğini gözden geçirmem oldukça güçtü. O boyutta bir kitap çalışmasını yeniden ele almak başlı başına sıkıntı kaynağı idi.
Bir boyutu da atlamışım. Canım sıkıldı. O bölüm ise şöyleydi: Ayakkabı boyacısı sert bir baba vardı. Büyük oğlundan kendisine arka çıkmasını umuyordu. Bir ara işi aksatan oğluna çok set çıkışır. Henüz ilkokulda okuyan o küçük çocuğa akıldan çıkmayacak bir şiddet uygulayarak ders vermeyi yeğler.
Okul çıkışı çocuğun ayrımına varmadan oyuna dalıvermesi babayı çileden çıkartıyordu. Oysa onca söz etmiştir. Sözünün kale alınmayıp işten kaytarılması öfke patlamasına yol açar. Sözde iş kaçkını oğul, akıllara zarar bir cezaya çarptırılır.
Akşam, evine gelen baba oğlunu kolundan yakaladığı gibi bir güzel pataklar; ağız dolusu söver sayar; azarlar da azarlar. O kadarla da kalmaz. Öfkesi geçmemiştir. Hızını alamaz.. Yanan ocaktaki kızgın maşayı kaptığı gibi oğlunu üstüne yürür. Bir hışımda onun yere yıkıp tepesine çöker. Kızgın maşasıyla da bir halt yer! Gördüğü şiddetle iki gözü iki çeşme; ulum ulum uluyan oğlunun canına okur. Gözü dönmüştür bir kere. Oğluna cezayı keser; çıplak, körpecik tabanlarını (!) dağlar.
Demem o ki, benim, bu boyuttaki çalışmam da-yazarken kalem ağladı- “Kurt, kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz” türdendir.
Yaşanılanları unutmam hiç olucu değil.
Herkese iyi haftalar…
_________
(*) KUZGUN DA DEĞİL KUNDUZ DA/ Davut D. Fen /431 Sayfa/ GECE Kitaplığı /Kızılay-ANKARA






















