DOSTLAR KUSURLARI ÖRTMEK İÇİN VARDIR; ÖNE ÇIKARTIP BÜYÜTMEK İÇİN DEĞİL…
Biliyorsunuz, kentimizde olduğu gibi yurt genelimizde de yerel yönetimimizin başı olan sevgili Başkanımızın bir öfke patlaması ânları, yaygın yandaş basın-yayının başat haber yapmasıyla bayağı bir gündem konusu haline getirilmiş idi. Halen söyleşi konusu yapmayı sürdürenlerimiz(!) ne yazık ki hiç de eksik değil; bunu, sözde(!) dava arkadaşı olduğunu bildiklerimizden özellikle sürdürmeye çalışanlarımız bile var.
Ben, ulusal basın-yayın ağlarında olayın yansıtılış biçimini görmedim. O sıralar eşimle memleketteydik. Çok da haber izlemeyi önemsemiyorduk. Geniş bir aile oluşumuzdan kaynaklı ilişkilerimiz olmuştu. İşin içinde mutluluk tabloları kadar, dert, tasa boyutumuz da elbet vardı. Hısım-akraba ilişkileri içinde sürekli bir konuk olma, konuk kabul etme gibi bir hallerdeydik. Bu konudan, geçenlerde çıkan bir yazımda, yazılarımı o ara döşeyememiş olmayı da kapsayan biçimde söz etmiş idim.
Bizler memlekette iken işte o sıralar yukarıda sözünü ettiğim olay yaşanmış. Meğerse yandaş basın-yayın, o haberi başat yapıp kendi yandaşları için medet uman boyuta taşıyarak asıl gündem oluşturmaya yönelik olarak köpürtmekteymiş.
Biz memleketteyken eşimi telefonla arayan pek gürültücü bir komşumuz(!), bayağı bir Fethiye’mize dönmeyişimize sözü getirerek, “Sizleri özledik kız; daha gelmiyor musunuz?” diye söze başlayıp azıcık söyleştikten sonra konuyu yandaş ulusal basın-yayında başat gündem oluşturulan boyuta getirmeden edememiş; bize de yana yakıla açıklamada bulunmuşlardı. Başkanımızla dava birlikteliği yaptığımız için de bize bir bakıma serzenişte de bulunmaktaydı. Biz de, “Bizim haberimiz yok … …… ……” demiştik. Gerçekten de yoktu. Diyeceğim, davanın bir yanında siz kendiniz de olunca, hesap sorma boyutu mu(!) dersiniz, merak boyutu mu dersiniz, nasıl nitelerseniz artık işte, işin ucu size kadar getirilip eleştirel oklar yaylardan fırlatılarak(!) onların ne kadar can yakıcı ve etkileyici olduklarının tepkisi ölçülmeye çalışılıyor. Hiç ayrımında olmaz mıyız?
Ben, bugün bile merak edip Başkanımızla ilgili yapılmış o gizli çekim videoyu internet ortamından bulup izlemiş değilim. Ortalıkta konuşulanlardan neyin ne olduğu bana zaten yetip artıyor.
Bu internet ile ilişkili olduğum ilk başlarda karşılaştığım ve çok sevdiğim bir süzme söz var. O sözde şöyle deniliyor: “Gerçek dostlar yıldızlar gibidir…. Karanlık çöktüğünde ilk onlar görünür.”
Bence yerinde bir söz ve çok da doğruydu.
Bizim buranın yerlilerinden, kanka derecesinde olan bir arkadaşım, düğün dernek konularının açıldığı bir söyleşimizde yana yakıla bir konuya değiniverdi. Söz konusu bir düğün yemeği idi. Arkadaşımın hısım-akraba ve dost-arkadaş çevresi çok geniş. Verdiği o düğün yemeği ki, günün sabah saat 11 gibi başlayan ve öğleden sonra sonrasına kadar sürdürülmüş. Saat 16 ve sonrası gelip yemek yiyenler bile olmuş. Yemekler da bir güzel tüketilmiş. Bazıları artık hangi nedenle ise yemek verilen saatlerin sonrası çıkıp gelebilmişler. Sonra da ileri geri konuşarak “Aç kaldık!” gibi hiç de hoş olmayan biçimde ötede beride sözler etmişler. Bu sözleri de arkadaşımın zoruna gitmiş.
“Yahu” dedim, “dost dediğin kişi, kusur örtendir. Senin yakındığın kişiler demek ki dost değillermiş. Niye önemsiyorsun ki?” Beğenirsiniz, beğenmezsiniz; işte benim yargım da, o konuda böyledir. Bu sözüm arkadaşımı sanırım o sıra biraz olsun esenliğe kavuşturmuştu.
Başkanımız konusuna gelince de benzer bir düşünceye sahibim. Ne var ki sözde, dava arkadaşımız olduğunu sandığımız(!) önde gelen bazılarımız ise, yaşanan o istenmeyen olay nedeniyle, “Başkanımızı artık çizen(!) tavırlar” sergilemektedirler.
Ben, Başkan’ı ta o kendi beldelerinde ilk başkanlık deneyimini yaşamazdan önceleri tanıdım. Ara ara rast geldiğimizde de ayak üstü söyleşiveririz. Kendilerinin içtenliğine de inanırım.
Cuma Pazarı Kapalı Alanı’nında, eşimin de katılımcı olduğu“Kompost Gübre Hammadesi Toplama” etkinliğinde, o mermer kaplama tezgâhların birine Başkan’la ikimiz birlikte oturarak, kişilerden, biraz söyleşip dertleşiverdik. Yaşanan sevimsiz olayın yansımaları başat söyleşi içeriğimizdi. O boyuttan ders çıkartılacağı da kesindi. Başkan, bilinen kişilerin, akçeli(!) işlerde, arsızca olan çıkarcılıklarına ve fırsatçılıklarına bayağı bir içerleyip bozulmaktaydı. Benim, “Kaçırdım.” dediğim, yerel tv. Konuşmasının önemli bölümü de o ara telefondan izletiverdiler; üzerine de konuştuk.
Ben, kendilerine, konu dışı merak ettiklerimi de sorup soruşturdum; yanıtlarını da aldım.
Bizim, o sevimsiz olay konusuna ilişkin tavrımız ise bellidir. Biz ancak,”Düşmanın attığı taş değil, dostun attığı gül yareler beni(*).” sözüne göndermede bulunabiliriz. O da eğer, dostluklar sanıldığı kadar örselenmemiş ise.
Bu ülkenin başı(!), karşıt kesime, nasıl ki 29 çeşit kastı aşan; bilinen yandaş bir iş insanı da, “Bu milletin….(!)koyacağız.” diye düşüncesizce/arsızca sözler edebilmişlerse -daha nice benzerleri de belleğimizdedir- artık, gemi azıya aldılar(!) demektir; bir kaşık suda da fırtına kopartmak, onlar için ne ola ki? O kem söz(!) sahiplerine, gün gelir, elbet, dünya dar edilir… O, kem küm eden(!), yol arkadaşlarımıza ise, ne demeli derseniz; şapkamızı önümüze koyup bayağı bir düşünmeliyiz, derim. Çünkü, karşıt kesimin, değirmenine su taşımak, söz konusudur!
Sözün bittiği yer, dedikleri sanırım öylesi bir eşik olmalı… Karanlık çöktüğünde(!) dost yıldızları görmeliyiz, zifirî karanlığı değil.
Herkese iyi haftalar…
_____________________
(*) Hallac-ı Mansur, cezbe ve sekir(?) hâlinde söylediği ve mazur bulunduğu “Ene’l-Hak” tümcesi yüzünden ölüme çarptırılır. Onu asılacağı alana getirdiklerinde çevrede mahşerî(!) bir kalabalık vardır. Hallac-ı Mansur darağacını görünce güler ve kalabalık arasında gördüğü dostu Şibli’den seccade isteyerek iki rek’at namaz kılar. Ardından şöyle yakarıda bulunur: “Allah’ım, burada senin dinin uğruna gayrete düşüp beni öldürmek için toplananların suçlarını bağışla..”
Bu sırada kalabalık içinden özellikle düşmanları, fırsat bu fırsat diye Hallac-ı Mansur’a taş atarlar. Hallac-ı Mansur bunlara, ah, bile demez, hatta gülümser, ama dostu Şibli ağlayarak kırmızı bir gül atınca Hallac-ı Mansur inler ve şöyle der: “Taş atanlar avam takımı, bilmiyorlar, hâlden anlamazlar. Onların taşı bizi incitmez ama hâlden anlayan bir dostun attığı gül bile bizi incitti, canımızı acıttı.”
İnsan yaşama daha çok dostlarıyla, sevdikleriyle tutunur. Sevinçlerini onlarla paylaşarak arttırırken, acılarını üzüntülerini yine onlarla paylaşarak azaltır. Kişi, tanımadığı kimselerden bir kötülük, bir haksızlık gördüğünde çok incinmez, en azından hayal kırıklığına uğramaz ama dostundan gördüğü küçük bir eziyete bile katlanması çok zor olur.