Hakan BİROL – MENTÖRÜN PENCERESİ
SÜREKLİ MEŞGUL OLMAK: BİR KAÇIŞ MI?
Hiç durmuyorsunuz, değil mi? Sabah alarmıyla fırlıyorsunuz, ardından koşturmaca başlıyor: İş toplantıları, bitmek bilmeyen e-postalar, alışveriş listeleri, sosyal medya akışları, spor salonu, arkadaş buluşmaları… Gün, bir görevden diğerine atlayan bir yapılacaklar listesine dönüşüyor. Ve o nadir anlarda, bir asansörde beklerken ya da yatağa uzandığınızda, içinize sızmaya çalışan o boşluk hissini hemen bir şeyler yaparak, bir şeye tıklayarak, bir şeyler izleyerek savuşturuyorsunuz. Peki, tüm bu koşuşturmaca, gerçekten “üretken” ve “dolu” bir hayatın göstergesi mi, yoksa modern çağın en zarif kaçış stratejisi mi?
Bu soruyu kendimize sormak, belki de en zorunu yapmaktır: Durmak. Çünkü durduğumuz anda, kaçmaya çalıştığımız şeylerle yüzleşmek zorunda kalırız. Sürekli meşguliyet, adeta zihnimizin etrafına ördüğümüz sesli bir duvardır. Bu duvarın ardında ne saklı? Belki de korkularımız, tatminsizliklerimiz, anlamsızlık duygusu ve en nihayetinde, kendimizle baş başa kalmaktan duyduğumuz derin bir huzursuzluk.
Neden Kaçarız?
İnsan, anlam arayan bir varlıktır. Ancak modern hayat, bize anlamı hazır paketler halinde sunar: Daha başarılı ol, daha çok kazan, daha fazla tüket, daha “popüler” bir hayat sür. Bu sarmalın içinde, kendi özümüze, iç sesimize ve gerçek arzularımıza kulak vermek neredeyse lüks haline geldi. Meşguliyet, bu içsel boşluğu doldurmak için kullandığımız yanıltıcı bir dolgudur. Kendimizi “önemli” ve “gerekli” hissetmenin en kolay yoludur. “Yapacak çok işim var” cümlesi, aynı zamanda “Kendimle yüzleşmeye vaktim yok” anlamına gelir.
Bu kaçış, aynı zamanda kontrol illüzyonunu da besler. Hayatın doğasında var olan belirsizlik, acı, kayıp ve başarısızlık ihtimali bizi dehşete düşürür. Sürekli bir şeyler yaparak, bu kaotik evrende bir kontrolümüz olduğunu kendimize ispatlamaya çalışırız. Yapılacaklar listesini tamamlamak, küçük, yönetilebilir başarılarla kendimizi avutmak… Oysa gerçek kontrol, dışarıdaki koşuşturmada değil, içerideki sükûnette gizlidir.
Dijital Çağın Kaçış Mekanizmaları
Teknoloji, bu kaçışı endüstriyel seviyelere taşımıştır. Akıllı telefonlarımız, sürekli meşguliyet için tasarlanmış birer makinedir. Sonsuz bir kaydırma, bildirim ve içerik akışı bizi hiçbir zaman “boş” bırakmaz. Bir kuyrukta beklerken, toplu taşımada seyahat ederken, hatta bir sohbetin kısa sessizliğinde bile hemen telefona sarılırız. Bu, sadece zaman öldürmek değildir; zihnimizi, kendi düşüncelerimizle baş başa kalmaktan korumaktır. Bu dijital kaçış, bizi sürekli dış uyaranlara bağımlı hale getirir ve içsel dünyamızla olan bağımızı zayıflatır. Kendi zihnimizin sessizliğine tahammül edemez hale geliriz.
“Ben Meşgulüm, Öyleyse Varım” Yanılgısı
Toplum olarak, meşguliyeti bir erdem, bir statü sembolü haline getirdik. “Çok yoğunum” demek, “Çok önemliyim” demenin kodlanmış halidir. Bu durum, benliğimizi dışsal onay mekanizmalarına bağlar. Kendi değerimizi, tamamladığımız görev sayısına, ne kadar dolu olduğumuz takvime endeksleriz. Peki ya “olmak”? Sadece “olmak”? Hiçbir şey yapmadan, bir ağaç gibi, bir dağ gibi sadece var olmanın huzuru ve bilgeliği… Bunu neredeyse unuttuk. Hiçbir şey yapmamanın, aslında çok şey yapmak olduğunu, zihni ve ruhu beslediğini göz ardı ediyoruz.
Kaçışın Bedeli
Bu sürekli kaçışın ağır bir bedeli vardır. Öncelikle, kendimizle olan ilişkimizi kaybederiz. Kendi hikayemizin kahramanı olmak yerine, görevlerimizin kölesi haline geliriz. Yaratıcılık sönükleşir, çünkü yaratıcılık boşlukta, sükûnette ve derin düşüncede filizlenir. İlişkiler yüzeyselleşir; sevdiklerimize ayırdığımız “kaliteli zaman” bile genellikle bir sonraki işimizi düşünerek geçirdiğimiz, zihnen meşgul olduğumuz bir zamana dönüşür.
En büyük bedel ise, hayatın kendisini kaçırmaktır. Anın içindeki küçük mucizeleri, bir kahve fincanının sıcaklığını, rüzgarın yüzümüzdeki dokunuşunu, sevdiğimiz birinin gözlerindeki ışıltıyı fark edemeyiz. Zihnimiz hep bir sonraki adımda, bir sonraki görevde olduğu için, “şimdi” ve “burada” olanı yaşayamayız. Bu, hayatı bir maraton gibi yaşamak ve varış çizgisinin asla gelmeyeceğini anlamamaktır.
Nasıl Durabiliriz?
Peki, bu sarmaldan nasıl çıkabiliriz? Kaçışı durdurmak, cesaret isteyen bir eylemdir. İşte birkaç adım:
- Küçük Boşluklar Yaratın:Gün içinde kasıtlı olarak “hiçbir şey yapmama” molaları verin. Sadece nefes alın. Etrafınıza bakının. Düşüncelerinizin gelip gitmesine izin verin. İlk başta rahatsız edici gelecektir, ama zamanla zihniniz bu sükunete alışacak ve onu bir armağan olarak görmeye başlayacaksınız.
- Monogörev Yapın:Bir seferde tek bir işe odaklanın. Yemek yerken sadece yemek yiyin. Yürüyüş yaparken telefonunuzu evde bırakın. Bu, zihni şimdiki ana davet etmenin en güçlü yollarından biridir.
- “Hayır” Demeyi Öğrenin:Her sosyal aktiviteye, her ekstra işe “evet” demek zorunda değilsiniz. Zamanınız ve enerjiniz kıymetlidir. Onları, sizin için gerçekten önemli olan şeylere saklayın.
- Dijital Detoks Yapın:Günün belirli saatlerinde, özellikle de uyku öncesi, teknolojiden uzak durun. Bildirimleri kapatın. Sosyal medyada geçirdiğiniz süreyi sınırlayın. Bu, zihninize kendini toparlaması için alan açar.
- Kendinize Zor Sorular Sorun:“Neden kaçıyorum?”, “Bu meşguliyetin ardında ne saklı?”, “Hiçbir şey yapmazsam kendimi nasıl hissederim?”, “Benim için hayatta gerçekten önemli olan nedir?” Bu sorulara samimi cevaplar vermek, içsel bir yolculuğun kapısını aralayacaktır.
Anlamlı Bir Hayat
Sürekli meşgul olmak, modern insanın varoluşsal acısını dindirmek için başvurduğu yaygın bir ağrı kesicidir. Ancak ağrı kesici, hastalığı tedavi etmez, sadece semptomu maskeler. Gerçek iyileşme, durmak, yüzleşmek ve anlamı dışarıdaki koşturmada değil, içerideki keşifte aramakla başlar.
Hayat, yapılacaklar listesinden ibaret değildir. Hayat, bir bütün olarak yaşanacak bir deneyimdir. Hem ışığı hem gölgeyi, hem neşeyi hem hüznü, hem hareketi hem dinginliği kucaklayan bir bütün. Kendimizle ve sevdiklerimizle derin, anlamlı bağlar kurmak, ancak meşguliyet perdesini araladığımızda mümkün olur.
Bir dahaki sefere kendinizi bir şeyler yapmak için koştururken bulduğunuzda, durun. Sadece bir dakika. Nefes alın. Ve kendinize şunu sorun: “Burada, şu anda, neyden kaçıyorum?” Cevap, belki de kişisel gelişiminizin en önemli adımı olacaktır. Çünkü gerçek anlam ve huzur, kaçışın bittiği yerde başlar. Meşgul değil, “anlamlı” bir hayat için, önce durmayı seçmeliyiz.






















