BASIN HÜRRİYETİ ve VESAYET
Değerli okurlarım, geçen hafta garip duygular yaşayan basın emekçilerinden birisi de bendenizdim. Nedeni ise bir yandan sırf farklı düşündüğüm, izin almadan düşüncelerimi yazıya döktüğüm ve yazılarımın kurumların aksayan yönlerine dönük eleştiriler içermesi gibi idamlık(!) nedenlerle siyasilerin gözüne girmek isteyen ikinci el ve özel görevli kimi bürokratlarca cezalandırılmam; diğer yandan da sırasıyla Bodrum, Fethiye ve Seydikemer Belediyeleri ile Fethiye Ticaret Odası Başkanlığı tarafından hatırlanmak ve tertiplenen programlara davet edilmekti. Malum, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü. Önce atanmışlardan herkese nasip olmayacak ‘güzel bir ceza(ödül)’ almak; ardından da seçilmişlerce günümüzün kutlanması, yemek ikram edilmesi, basın hürriyetini vurgulayan konuşmalar yapılması, sohbetleri koyulaştıran çayların içilmesi ve günün anısına küçük ama değerli hediyelerle onore edilmek doğrusu insana garip duygular yaşatıyor. Size de ilginç gelmiyor mu, hangisi devletin gerçek muamelesi olabilir ki?
Öncelikle Bodrum Belediye Başkanı Sayın Mehmet KOCADON’a, Fethiye Belediye Başkanı Sayın Behçet SAATCİ’ye, Seydikemer Belediye Başkanı Sayın Yakup OTGÖZ’e, Fethiye Ticaret Odası Başkanı Sayın Akif ARICAN’a ve emeği geçen tüm mesai arkadaşlarına bu nazik davetleri için şükranlarımı sunuyorum. Müsaadenizle, yediğimiz içtiğimiz bizim olsun! Aslında davetlerde konuşulanlardan uzun uzun bahsetmek daha faydalı olurdu. Yani gönül istiyor ki gecelere dair tüm izlenimlerimizi sizlere etraflıca aktaralım. Ancak ülke genelinde olduğu gibi yerelde de basın üzerinde baskılar diz boyu ve biz oto sansür uygulayarak yeni bir soruşturma süreci için birilerinin eline yeni kozlar vermemek için yalnızca değinmelerle gidelim bugün.
Sayın Mehmet KOCADON, özellikle son günlerde basın mensuplarına yapılan uygulamaların kabul edilemez olduğunu vurguladıktan sonra Bodrum sevdasının kendilerine dar geldiğini ve bunu Muğla’ya taşımak istediklerini ifade etti. Sayın Behçet SAATCİ ise, ülkenin yaşadığı acılar nedeniyle(her gün gelen şehitler ve Sultanahmet saldırısı) arzuladıkları programı dolu dolu gerçekleştiremediklerini, görevinin ilk zamanlarında basına ve yazılanlara kendisinin de kızdığını ama giderek bu duygusunun ortadan kalktığını, basın mensuplarını geniş Fethiye ailesinin bir parçası gibi gördüklerini, demokrasinin ancak özgür basınla olgunlaşacağını belirterek bu uğurda bedel ödeyen basın emekçilerine de işaret etti. Doğup büyüdüğüm köyümün, ne yazık ki büyükşehir yasasıyla köyümün yerine mahallemin demeliyim, de içinde bulunduğu toprakların Başkanı Sayın Yakup OTGÖZ de çok sıcak bir ortam oluşturmuştu ve konuşmasında eleştirinin basının en önemli görevi olduğunu, eleştiriyi kendileri için bir kazanç gördüklerini, yeni kurulan ve günden güne kurumsal alt yapısını tamamlayan belediyeyi el birliğiyle başarılı kılacağımızı söyledi.
Hafta boyunca yapılan farklı etkinlikler, yenilen yemekler, içilen sıcacık çaylar, derin sohbetler, açıklamalar vesilesiyle bir kez daha anladık ki gelişmiş demokrasiler bu konumlarını bilhassa özgür basına borçlu. Basın için en vazgeçilmez görev, bir partinin, bir başkanın, bir ideolojinin borazanlığını yapmak değil kesinlikle. Basının esas yükümlülüğü, vatandaşları adına hükümetleri, kurumları, yargıyı, yasamayı, bürokrasinin her kademesini hülasa bütün karar alıcıları ve uygulayıcıları her aşamada şeffaf ve objektif ölçütlere göre denetlemek, onları hesap verebilirliğe zorlamak ve vatandaşlarını bu süreçlerden net olarak haberdar etmektir. Basın için birincil görev bu olunca onun, her türlü çıkar ilişkisinden, ideolojiden ve beklentiden bağımsız olması da kaçınılmazdır; hatta zorunludur. Dahası, görevini layıkıyla yapabilmesi için basının parti bültenlerinden farklı bir işleve sahip olduğu hakikatidir.
Acı ki ülkemizde kuruluş aşamasından bugüne kadar hemen hiçbir döneminde, gelişmiş demokratik memleketlerde yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü kuvvet olarak konumlanan basının tam manasıyla hür olduğunu söylemek hiç de mümkün değil. Bence demokrasimizin darbelerle kesilmesinde, katılımcılığı ve çoğulculuğu temin edememesinde bu vesayetin rolü oldukça büyük. Basının finansmanının yalnızca okurları tarafından sağlanamıyor olması, basın özgürlüğü konusunda halledilmesi gereken ilk aşamadır. Basını elinde tutan holdingler bazen menfaatleri için onu bir araç olarak kullanabilmekte kimi zaman da güçlü siyasi partiler holdingler üzerinden ihale dağıtımı gibi çeşitli çıkarları bir sopa ya da havuç olarak değerlendirerek halkın doğru haber alma hakkını dolaylı biçimde engelleyebilmektedirler.
Özellikle at izinin it izine karıştığı bugünlerde ülkemizde basın ve ifade hürriyetinin üzerindeki her türlü vesayeti kaldırmadan yola devam edemeyeceğimiz açıktır. Eğer üç yüzyıldır konuştuğumuz, bir türlü de kalıcı biçimde çözemediğimiz sorunlarımızı bir yüzyıl daha konuşmak istemiyorsak susturmak şöyle dursun, farklı düşünceye ve onu açıklama hürriyetine sarılmaktan başka bir çıkar yol gözükmüyor. İlla her söylenilen söze katılacağız diye bir şey yok; fakat hakikat nihan kalmasın diyenlerdensek parolamız VOLTAİRE’nin şu tarihi sözlerinde gizlidir: “Senin fikirlerine katılmıyorum; ama o fikirleri özgürce ifade etmen için gerekirse canımı bile veririm.” Gerçi bizde de “Basın hürdür; sansür edilemez.” yazar ya!..