CENNET’TEN BİR KÖŞE
Boğaziçi- Korsan Koyu- Cennet Koyu-Kabak Koyu- parkuru, 10 Km
Mavi atlas
İğne batmaz
Makas kesmez
Terzi biçmez
Engin deniz seyrine doyamadıkça çocukluğumun bir bilmecesi dolanır dilime. Gün boyu engin Akdeniz maviliği ile bütünleşmek başka bir ayrıcalık. Cennetten bir köşe gerçekten doğal koylarımız. Denizi, tarihi ve doğayı bir arada yaşamak Fethiye’mizin güzelliği.
Telmessos Dağcılık yürüyüşçüleri üç servisle yollarda bu Pazar sabahında da. Antalya sınırlarını zorlayacağız. Sabah mahmurluğu ile geride kalıyor köylerimiz. Eşen ovasına yaz gelmiş, hayvan yemi için ekilen fiğ , arpa ve yulaflar biçilmekte. Yağmurun üç gün yağıvermesi karartmış biçilen otları.
Dodurga yoluna sapıyoruz. Avlan’dan sonra Boğaziçi , Yediburunlar, Alınca Karadere levhaları geride kalıyor. Gözlerimiz Likya Yollarını gösteren sarı levhalara takılı.
Likya yolları levhaları her sene yenileniyor, buna seviniyorum. Kültür bakanlığı yanında Faralya Derneği adı da var tabelalar üzerinde. Her biri antik kentlere yol bulan patikaların hepsi yürünmeli, tarihin derinliklerine doğal güzelliklerle ulaşılmalı.
Boğaziçi, Alınca ve Gey mahallelerini gösteren sarı levhaların önünde toplanıyoruz. Güneşi ve yeşili uygun bulup toplu fotoğrafımızı çekiliyoruz. Tarlalar arasında kalmış su sarnıcına doğru yöneliyor, başakları sarıya yönelmiş buğday tarlaları arasında ince bir yol buluyoruz. Bereket bu, diyoruz. Başaklar umut veriyor. Başaklara dalmışken birden deniz uzanıyor önümüzde boylu boyunca. Deniz, Ta aşağılarda, çam ağaçları arasında. Cam göbeği yeşilden turkuaza, turkuazdan laciverte kayan, sonra gün düşümüyle gümüşlenip uzanan Akdeniz mavisiyle, sonra kayalıkları çırpan ak köpükleriyle çekiyor kendine. Önünde ufak kayaları ile Korsan Koyu’na ineceğiz önce.
Dik bir yamaçtan iniyoruz. Yuvarlanıversek de olur, diyor gülüyoruz. Önümüzde asırlar öncesinde taşlarla örülmüş, zik zak çizen Likya yolu. Dikkatli olmalıyız. Hava kuru, toprak kuru, taşlar boş. Arada duruyor önümüzde büyülü deniz, arkamızda göklere uzanan dim dik kayaları ile dağlar. İniş epey zorluyor, koyda suların çırpıntısı kulaklarımızı okşuyor, pırıltısı gözlerimizi kamaştırıyor. Çakıllara oturuyor, kayalara tırmanıyoruz. Kendimizi atacağız sulara da Yusuf Bey acele ediyor, biliyor ki yolumuz uzun ve zorlu. Denize Cennet Koyu’nda gireceğiz, diyor. Bölüşülen meyvelerle enerjimizi yeniliyor tekrar düşüyoruz yollara.
Sidymma antik kentinin , Sancaklık Limanı’ndaki Kalabantia ve Gavurağılı’ndaki on bir burçlu Piydnai zengin kalıntılar içeriyor. Biz Kalabantia kalıntıları ile fotoğraf çekiliyoruz.
Denize paralel Kabak Koyu yönünde yürüyoruz. Pürenlerin filizlenen yeşilleri, çalılar çam ağaçları arasında yeşiller de bin bir çeşit. Sağ tarafımız denize dik inen heybetli kayalıkları ile dağlar; sol tarafımız burunlarla dantellenen kıyıları ile açılıp giden engin Akdeniz. Kayalar çıkıyoruz, çalılıklar aralıyoruz. Kışın ağır rüzgarlarına, gemicileri ürküten fırtınalara yenik düşen, yıkılıp yolumuzu kesen koca çam ağaçlarının üzerinden atlıyoruz. Burçinler yoruldu, Ne kadar yolumuz kaldı? Oğuz Bey yüz metrecik kaldı, diyor. Bitmek bilmeyen bir yüz metre (!)
Kıvrıla döne yürürken , tepecikler aşarken birden plaj çıkıyor karşımıza, incecik kumları parlıyor. Deniz en güzel mavisini ayırmış buraya.” Cennetten bir köşe “ diyorum ben Cennet Koyu’na . Fotoğraflayarak acele iniyoruz. Kumların tatlı yumuşaklığı ayaklarımızda, koşuyoruz denize. Kulaç atmak enginlere ne büyük mutluluk. Serin sular tüm yükünü alıyor yorgun bedenimin hücrelerime kadar işliyor serinlik.. Su su su… Su yaşamdır.
Yayıldık şimdi kumlara, çakıllara… Cennetten bir köşedeyiz. Ateşimiz yakılı, öbek öbek çıkınlar açılı. Karnımız doyunca gözümüz yolda oluyor.
Öncüler çıkıyor yukarıya “Cennet Kamp” ta çayımız hazır. Hemen çıkıyorum yukarıya. Yalçın kayalıklar arasında görmeyi ummadığım bir düzlük , birkaç çadır, masalar, köşkler bir de mağara… Mağara yazın serin, kışın sıcak olurmuş. İşletmenin deposu şimdi. İçeride kaldıkları çadır, sıcaktan korunması gereken içecekler, yumurtalar var. Oturuyoruz , bir de salıncak… Esrik bir serinlik sıcak çaylarımıza eşlik ediyor. Bu dağda Kabak koyu’na beş kilometre var daha. Düşüyoruz yollara. Aşağıda dalgalar tatlı tatlı dövmekte kıyıları. Su sesi kekik kokularına karışmış. Denizin üstünde ala bulut, Rodos’u görmeye çalışıyoruz.
Likya yolları içinde en güzel, en zor parkurlardan biri burası. Kayalar geçit vermiyor yer yer. Yardımlaşıyoruz iniyor, çıkıyoruz. Deniz ne çekici, durup durup atlamak istiyorum aşağılara. Tepe aşıyorsun insanın ulaşamayacağı bir koy çıkıyor karşına. Tekne kiralayıp buralarda denize girmeliyiz yazın da. Yeşilin içinde ; yaşanmışlıkları, kalıcılığı okunamayan Yunan alfabesi yazıları ile görülen antik kent kalıntıları karşıcı. Yediburunların birbirinden güzel koyları sıralanıyor. İnsan eli değmemiş bakir koylar. Yol olursa insan geliyor, yapılaşma artıyor, yapılarla yapaylık da başlıyor.
Kabak Koyu yamaçlara serpilmiş yapıları ile karşımızda. Kumsal yine çam ağaçları arasında nazlı nazlı uzanıyor. Mavi doldu gönlümüze. Hızla iniyoruz Kabak Koyu’na. Yine denize atlıyor bazı yürüyüşçüler. Koyda tesisler karşılıyor önce. Sonra patikamızın araç geçecek bir yol durumuna geldiğini görüyorsunuz. Kalabalıklaşmış koy. Tatil başlamış burada.
Kabak koyu’nda her dönem yapılaşma artıyor. 1987 yılına kadar ayak basılmamış olan Kabak Koyu’na yerleşen ilk kişi yurt dışındaki yaşamından vaz geçen Turan Pirendeoğlu. Elektrik su ve araçla ulaşım da yok o zaman. Koyun sekiz yüz metrelik dağlarla ve deniz ile çevrelenen en güzel yerine kurulur ilk kamp. Önce yavaş yavaş , son yıllarda hızla artar yapılaşma. Kıyıya kadar da inmekte.
“Kabak Koyu, şehir yaşamının karmaşasından, görüntü ve ses kirliliğinden uzaklaşmak, doğaya yakın olmak isteyenler için mükemmel bir inziva ortamı sunar. Bu inzivayı denemek isteyenlere de lüksü aratmayan bir özenle hizmet veren bir tatil, bir dinlenme bölgesidir. Hem dokunulmamış güzelliği hem de tarihsel özellikleriyle dünyanın en özel birkaç bölgesi arasında adı geçen Kabak Koyu’nu her yıl yerli yabancı yüzlerce kişi ziyaret ediyor” Dilerim “dokunulmamış güzelliği” yok olmaz.
Yarım saatlik dik bir tırmanış var şimdi. Tırmandıkça eşsiz manzara eşlik ediyor . Seyirle dinleniyor, tekrar yürüyoruz. Yola ulaştığımızda dinlenme gereksinimi ile doluyuz. Yine deniz seyri ile dinleneceğiz. Yol kenarında Faralyalılar epey tesis oluşturmuş. Çatıya çıkıyoruz. Atlasak ta aşağılarda kalan denizi buluruz belki. Ekip tamamlanınca servisler yola çıkıyor. Yol seyrimizi gün batımı seyrine katıyor, evlerimize dönüyoruz. Atiye KAÇAR































