Dostlarım merhaba. Oldukça uzun sürdü bu kez ayrılık. Amerika, Meksika ve Slovenya derken ülkemden ve gündeminden yaklaşık üç ay kadar uzak düştüm. Gündemden uzak düştüm derken, kendime haksızlık yapmış olurum, zira; saat farkı nedeniyle sizlerin uyuduğu saatlerde ben yurdumdan yükselip yâd ellerde bile şaşkınlık uyandıran gelişmeleri tüm ayrıntıları ile takip ediyor, notlarımı alıyordum.
Sonunda, huzurun ülkesi Fethiye’de evimde ve yine yorgunluğumla bana haz veren bahçemdeyim. Şu ana kadar iki bin fotoğrafı tasnif edip dosyalayabildim. Meksika ve Slovenya fotoğraflarım ile sanırım bu sayı beş bini bulacak. Çoğu dizimin üzerinde kargacık burgacık harflerle yazılmış gezi notlarımı ise okuyup genişletip okumaya hazır hale getirmem aylar alacak.
Elbette her biri üzerinde çalışarak, benim için hayatı anlamlı kılan anı dağarcığımı genişletecek ve Amerika’nın sosyo/ekonomisinden, Meksika Devrimi’ne, Mayalar’ın kadîm bilgilerinin yükseldiği Yukatan coğrafyasına ve Slovenya’nın akla ve göze zarar veren muhteşem pastoral senfonisine değinecek ve birçoğunu sizlerle paylaşacağım.
Ülkeme döndüğümden bu yana İbn-i Haldun’un “ Coğrafya kaderdir. “ deyişi pelesenk oldu dilime tekrar. Kurnazlıkla zekânın, çokbilmişlik ile ferâsetin harman olduğu bu topraklarda alışılageldik hır gürün, dalaşmaların ve ünlü Şark pratiğinin ayak izleri üzerinde yürümeye başlayalı bir hafta oldu.
Kadîm Anadolu kültürünün bence çok anlamlı bir hikâyesi ile başlayayım istedim tekrar yazılarıma, anlayanlara özel;
Dördüncü Murat, mâlûm yasakları ile ünlü, tebdil-i kıyafet gezen kıyıcı bir padişah. Bir gün yanına adamını alarak Üsküdar’a giden dolmuş kayığına binmiş. Kayık denize açılınca, adamı tütün çubuğunu yakıp dumana boğunca ortalığı, kayıktaki ahâli telaşlanmış ve Dördüncü Murat’ın yasaklarını hatırlatmışlar.
Dördüncü Murat’ın adamı, tuzak kurmak için; “ Padişah bu saatte cariyelerin kucağında uyuyordur, neden korkarsınız “ demiş. Ama; kayıktaki yolculardan sezgi gücü geniş bir Mağribî ( Batı Afrika’nın Akdeniz sahillerinde yaşayan halklarına verilen ad ) “ hayır, Padişahımız şu anda deniz üzerinde ve bizi izlemekte “ diye fısıldamış.
Aynı kayıkta bulunan tebdil-i kıyafet Dördüncü Murat bu biliciye çok kızmış ve “ Çabuk kayığı İstanbul’a çevirin “ diyerek Mağribî’ye dönmüş; “ Bil bakalım ben şimdi İstanbul’a varınca hangi şehir kapısından gireceğim? Bilemezsen kelleni kendim koparacağım “ demiş. Korkudan iki büklüm olan adamcağız, koynundan bir kağıt çıkararak bir şeyler yazmış ve Dördüncü Murat’a uzatmış, O da kağıdı kuşağına sokmuş.
Kayıkçılar epey kürek çektikten sonra, Dördüncü Murat surların bir yerinden karaya çıkarak, bir kısmının yıkılıp kapı açılmasını buyurmuş. Anında güllelerle surlar yıkılıp kapı açılmış ve gaddar Dördüncü Murat buradan içeri girdikten sonra kuşağındaki kağıdı alıp okumuş; “ Padişahım, açtırdığın yeni kapı hayırlı olsun. “ diye yazmış Mağribî kağıda.
Mağribî kelleyi kurtarmış, Dördüncü Murat keyiflenmiş, İstanbul şimdilerde Yenikapı olarak anılan yerde denize açılan bir kapıya daha sahip olmuş.
Velhâsıl, yakın geleceğimizi belirleyecek toz duman içinde yazgının, rastlantının veya bilincin neyi nasıl kündeye getireceğini hep birlikte yaşayıp göreceğiz.
Yeni yazılarda buluşmak üzere…