3. Güngör Berk | 03 Haziran 2019 | KöşeYazar A- A+
“sokaktayım
gece leylak
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!”
HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL
Büyük Türk ve Dünya şairi Nazım Hikmet 3 Haziran 1963’te, vatanından, sevdiklerinden ayrı düşmenin özlemi ve kederi içinde Moskova’da öldü.
Nazım Hikmet 1902 yılında Selanik’te doğmuştu. İstanbul’da başladığı eğitimine Heybeliada Bahriye Mektebi’nde beş yıl kadar devam etmiş ama hastalanınca okul ve askerlikle ilişkisi kesilmişti. Bağımsızlık Savaşımız başladıktan sonra, 1920 yılında, Anadolu’ya geçmişti. Bolu’da bir süre öğretmen olarak çalıştıktan sonra, İnebolu yoluyla Rusya’ya geçmişti. Moskova Üniversitesi’nde Sosyoloji – Ekonomi eğitimini tamamlamış, 1928 yılında Türkiye’ye dönmüştü. İdeoloji olarak Materyalizm ve Marksizm’i benimsemişti.
Nazım Hikmet Türkiye’ye döndükten sonra, 1931 – 1936 yılları arasında çeşitli dergi ve gazetelerde çalıştı. 1938 yılında, Harp Okulu’nda Kominizim propagandası yapmak suçuyla tutuklandı. 28 yıl 4 ay hapis cezası aldı. Hapishane hayatı on iki yıldan fazla sürdü. 1950 Temmuz’unda çıkarılan genel af yasasıyla hapisten çıktı. Ama can güvenliği endişesiyle Rusya’ya kaçmak zorunda kaldı. 15 Ağustos 1951’de Türkiye aleyhinde faaliyette bulunduğu gerekçesiyle Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
Nazım Hikmet yurt dışına çıktıktan sonra Polonya vatandaşlığına geçti. Yaşamını Sofya, Varşova ve Moskova’da sürdürdü.
Nazım Hikmet’in şiirleri 1938 yılından sonra Türkiye’de, kominizim korkusu ve yasağı nedeniyle yayımlanmadı. Bu yasak 27 Mayıs 1960 Devrimi’ne kadar sürdü. Devrimden sonra ilerici ve çağdaş 1961 Anayasası kabul edildi. 1961 Anayasası’yla gelen özgürlük ortamında toplum aydınlanmaya, insanlar uyanmaya başladı. Uzun sürmüş bu ayrılık 1965 yılında sona erdi. Nazım Usta yeniden insanımızla yasaksız olarak buluştu.
Nazım Hikmet’in şiirlerinde yaşam ve insana dair her şey ustaca, sade bir içtenlikle, temiz bir Türkçeyle aktarılır. Onun şiirlerinde aşklarımız, yaşam sevincimiz, öfkemiz, kavgamız, umutlarımız, hasretimiz dile gelir. “Memleketimden insan manzaralarıyla” topluma karışır, “Kuvayı Milliye Destanıyla” emperyalizme direnişin ve zaferin onurunu yaşarsınız. Nazım Hikmet bu yüzden ülkemizde de her kuşak için birlikte yürünen bir arkadaş, bir bilge, bir yoldaştır.
Kavgada içeriye de düşülse, dışarıda da yaşansa ve ne kadar çaresiz de kalınsa yaşamın insan için kutsal bir armağan olduğunu ondan daha yalın dile getiren başka bir ozan yok. 1938’de, Ankara Merkez Komutanlığı Cezaevi’nde yazdığı ve cezaevi duvarlarını aşan şiirinde söylediği gibi…
Bugün Pazar
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar
Benden uzak
Bu kadar mavi
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak
Kımıldamadan durdum
Sonra saygıyla toprağa oturdum
Bu anda ne düşmek dalgalara
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım
Toprak, güneş ve ben
Bahtiyarım
Nazım Hikmet Kuvayı Milliye Destanı’nda kurtuluş savaşımızı yapan, bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü yaratan, ulus devletimizin kuruluşuna giden yolu açanları anlatır. Karayılan, Arhavili İsmail, Şoför Ahmet, Kartallı Kazım, Kambur Kerim bu destanda ölümsüzleşirler.
Nazım Hikmet Başkumandanlık Meydan Muharebesi’nin başladığı gün Mustafa Kemal’i Kocatepe’de görür…
Dağlarda tek
Tek
Ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
Şayak kalpaklı adam
Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
Güzel ve rahat günlere inanıyordu
Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
Birdenbire beş adım sağında Onu gördü.
Paşalar Onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: “üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı
Yürüdü uçurumun başına kadar,
Eğilip durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovasına atlayacaktı.
Vatan şairi Nazım Hikmet’i saygıyla anıyoruz.
GÜNGÖR BERK